24 Temmuz 2010 Cumartesi

Plasentada mutluluk taklaları

-Bugün edebiyat günümüz galiba?

DAĞINIK bir ev.
-Nasıl bir ev, kaç odalı, ahşap, müstakil, apartman dairesi?

Belli ki arka planda da dağınık bir yatak var.
-Bilemiyoruz.

Kadını sırtından görüyorum.
Hafif öne eğilmiş.
Üzerinde ince askılı, kombinezon gibi siyah dekolte bir şey.
-Eeee?

Ayaklarını serbestçe ileri uzatmış. Ayakkabı desen, tam vintage.
-Kadın uzanmış mı oturuyor mu? Sırtı dönükken nasıl görüyorsun vintageleri?

Yerde eski, çok eski bir kova.
-Kaçıncı yüz yıldan?

Yine çok eskilerden kalmış iki alelade sünger.
-Alelade sünger?

Yuvarlak bir masanın ayakları çıkarılmış, üstü duvara yaslanmış.
Belli ki ya bahar ya hazan mevsimi temizliği var.
-Ne anlatıyorsun sen kuzum, tablo filan mı bu?

Her şey sıradan, her şey basit. Bir o kadın hariç.
Yüzünü görmeseniz, gözlerindeki ifadeyi, dudaklarına yerleşmiş manayı seçemeseniz de, o kadın farklı.
Arkasında dağınık bir yatak bırakmış her kadın gibi sırtından kendini seyrettiriyor.
-Tasvir yeteneğin sıfır canım. Hiçbişey anlaşılmıyor edebiyatından.
* * *

Dün evdeydim.
Evi özlemişim.
Çocukluğumun, gençliğimin, İzmir’in rutubetli aylak öğleden sonralarını özlemişim.
-E dönüp yerleşsene oraya. Şezlongtan da bölünme yazıları yazabiliyorsun ne de olsa.

Evde badana var, boyacılar çalışıyor.
Üzeri örtülmüş eşyaların arasında evimi seyrediyorum.
25 yıl ne çabuk geçmiş, gitmiş; giderken eski dolaplarda kalmış ne öfke, ne kin, hepsini alıp götürmüş.
-Tabi sen evden çıkınca peşine takılıp İstanbul'a gelmişler onlar da.

Eskilere, 15 yıl öncesine dönüyorum.
Yazılarımın logosundaki “Politika” kelimesini atarken nasıl mutlu ve umutlu olduğumu hatırlıyorum.
-Senin umudunun dorukta olduğu zamanlar başladı bitmeyen Özkök maceramız.

Kendimi siyasetsiz bir yazı hayatına hazırladığımı; rızkımı sadece insanlardan,
keyiflerden, hüzünlerden, hayatın “şey”lerinden söz ederek kazanmayı hayal ettiğimi düşünüyorum.
-Keşke hayallerin gerçek olsaymış.

Ne safmışım; ben onu bırakmışım, onun iki eli yakama yapışmış, hep öyle kalmış.
-O gün bugündür de iki elin yakamızda.

O kahpe siyaset, burnuma halka geçirmiş, beni hüzünlü bir dansçı ayıya çevirmiş.
-Hüzünlü dansçı ayılara haksızlık etmiyor muyuz?

Hep o çalmış, hep beni oynatmış.
-Daha çok sen çaldın diye hatırlıyorum ama?

Dağınık evin ortasında, “Hello” dergisine bakıyorum.
-Ben kapağını bile görmedim hiç. Bağışla cehaletimi.

Madonna’nın Dolce Gabanna’nın yeni sezon çekimleri beni yine allak bullak ediyor.
-Ah senin bu ince ruhun yok mu. Kesin gözlerin dolmuştur.

Bir İtalyan kasabası, bir yemek masası.
Masanın etrafına her yaştan erkek oturmuş. Tek kadın o. Masanın kraliçesi.
-Seni allak bullak eden kadın de mi?

Üzerinde göğüslerini açıkta bırakan siyah dantelli, dekolte bir elbise; göğüslerini siyah incecik bir tülle perdelemiş.
O incecik tül, Dante’nin Beatrice’si gibi, beni alıp, teşhirin saklı bahçesine sokuyor.
-Cennette Dante'ye yol gösteren melek Beatrice'le şuh Madonna arasında nasıl benzerlik kurmuşsun hayret? "İlahi Komedya'yı" ilköğretim seviyesi versiyonundan mı okudun?

Sol elini sandalyenin koluna dayamış. Dayamış değil, sere serpe bırakmış. Davetkâr.
-Ne içi geçmiş adamsın yahu, ne çıtırlar var sen hâlâ Madonna fantezisi yapıyorsun :P

Başı da hafifçe havada, burnu da.
Kibirle gurur, cazibeyle tahrik arasında bir bakış; alenen, pervasızca “Ben kadınım” diyor.
-E ben de Madonna'yı kadın biliyordum. Yanılmış mıyım?

Kendinden emin; “50’li yaşlarımı hayatımın en güzel yaşı haline kendim getirmişim” dercesine bir afra tafra.
-Burhan Altıntop'un kulakları çınlasın

Ama hepsi hak edilmiş. Hepsi ona yakışıyor.
-Yakışır tabi :P

Hemen yanı başında hünsa bir erkek.
-Hünsa ne yaaa?

Madonna, her yaşa, herkese, her ahlaka kafa tutuyor, efeleniyor.
-Ne demek istedin şimdi sen?

Edip Cansever’in şiiri geliyor aklıma:
“Bir ruh mu bu kadın -Cemile-
Nereye değdirsem ellerimi
Masaya, perdeye, konsola
Onunkine değmiş oluyor biraz
İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez.
Gizlemem bundan.”
-Edip Cansever mezarında ters dönüyordur.

* * *

Madonna’nın fotoğraflarına bakıyorum ve o aynı duyguya bir kere daha iman ediyorum.
Kadının yaşı yok.
-Niye yok?

İyi ki yok.
İyi ki, her yaşını en güzel yaşına dönüştürebilen mükemmel bir simyacı o.
-Hâlâ Madonna'dan mı bahsediyoruz?

İyi ki o kadınlara tapan erkekler de var.
-Yani sen.

İyi ki onlar da böylesine mükemmel birer simyacı.
-Bu ne megalomanlık yaaa

Seyretmeyi, tapınmayı, hayran olmayı, abartmayı biliyorlar.
-Vıcık vıcıksın Erto yaaa, öğğe.

* * *

Boyacılar çalışıyor.
-Buyruuuuun, Madonna'dan, şehvetten badanaya geldik.

Üstü örtülü eşyaların arasında dalıp gitmişim; çaresizce bir muhatap arıyorum.
-Muhatap imralıdadır dermişim ehu ehu ehu :)

Birisine seslenmek istiyorum; “Kurtar beni buralardan” diye bağırabileceğim meçhul bir adres soruyorum.
-Boyacılar çalışıyormuş ya evde.

Bu görüntüler, bu hüzün bana “Serseri Mayınlar”ı, Ferzan Özpetek’i hatırlatıyor.
-Her yazıda bir filme gönderme yapmadan da olmuyor.

İşte adres o; hiç tanımadığım, hiç karşılaşmadığım bir insan.
Haykırmaya başlıyorum:
“Sevgili Ferzan, çağır beni bu İtalya’ya; Lecche’de bir masa kuralım, geceler boyunca konuşalım.”
-Bu yazıdan sonra çağırır artık canım ama muhabbetin hiç çekilmediğini biliyordur inşallah.

Benim dünyam, insanların özgürce konuşabileceği, özgürce yazabileceği,
özgürce kahkahalar atabileceği, özgürce ağlayabileceği; utanmadan, saklamadan, hüngür hüngür, zırıl zırıl ağlayabileceği bir dünya.
-Bu dünyadan bizim niye şimdiye kadar haberimiz olmadı acaba?

Madonna’nın idolü Anna Magnani. Ben de Marcello olmak istiyorum.
-Madonna meselesini kapatmamışmıydık? Niye bu kadar dağınık yazıyorsun yahu?

Siyah takım elbise, beyaz gömlekler giymek, siyah gözlükler takmak; “Danalar” gibi aylak aylak dolaşmak istiyorum.
-Engelleyen mi var "Dana"! ehu ehu ehu :)

Ne 12 Eylül’ün rövanşı, ne şundan ne bundan nefret.
-Bir yazında da aradan siyasi mesaj vermeyi ver be adam.

İçimde ne kapanmamış bir hesap, ne mazinin kini, ne şimdinin öfkesi, ne yarına bırakılmış soğuk bir intikam şerbeti.
-Bak bak, satır aralarına bak. Tatilde hepsini denize mi bıraktın, ne yaptın?

O insafsız yerçekiminden kurtulmuş, ana rahmine dönmüşüm.
O harikulade plasentanın içinde serbestçe uçuyorum. Mutluluk taklaları atıyorum.
-E ne diye beni kurtarın buralardan diye çığlık atıyorsun?

Ve haykırıyorum: Arkadaş ben, Ben olmak istiyorum.
-Sen busun zaten abicim

Sadece Ben...
-Evet sadece bu


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15395347.asp?yazarid=10&gid=61

3 yorum: