16 Temmuz 2010 Cuma

Ceplerinde Tadelle zodyaklara bindiler

Ceplerinde Tadelle zodyaklara bindiler
- Ne biçim başlık bu yahu 20 senedir yazıyorsun hâlâ öğrenemedin.

MERAK ediyorum, şu sözler, bu ülkede yaşayıp, ülkesini seven hangi insanın içini acıtmamıştır:
- Hangi sözlermiş önce bir görelim.

“Ben dünyaya yeniden gelsem, yine asker olurdum, yine SAT olurdum. Ama bu ülkenin ordusunda değil.”
- Demek ki bu arkadaş da memnun değil ordudan. Haksız mı adam, Genelkurmay Başkanının boruyla law silahını ayırt edemediği bir orduya ne diye girsin.
Sözler, yargılanan emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın.
- Ergenekon davasından mı, Kafes planından mı? Balyoz mu? Poyrazköy mü? Kafamız karıştı artık yahu. Haaa yoksa ofisinden evraklar çıkan adam mı?
Kabile aydınlarını bir yana bırakırsanız, kimin içini sızlatmaz.
- “Kabile aydınları” vaaay yeni lakaplar da bulurmuş. Denizaltıları havaya uçurmak için yapılan planları okuyunca için sızlamıyor, buna sızlıyor öyle mi?
Ya Kardak harekâtına katılan Albay Ali Türkşen’in şu sözleri:
“Çıkarmada kullandığımız botun benzinini kendi kredi kartımızla aldık.”

- E ne var bunda. Ben de dışarıda yediğim yemeği kredi kartımdan ödüyorum, sonra faturasını getirip parasını alıyorum. Hem Gümüşlük’te genelkurmay’ın benzinliği mi var?

****

GECE ÇIKARMA YAPACAK KOMUTANLA KONUŞUYORUM
- Bu da ara başlık. Ne işin var senin gece operasyona çıkacak komutanla. Başbakan mısın, genelkurmay başkanı mısın? Kır dizini otur çoluk çocuğunla.
Bu sözler sizin de içinizi, hem de çok derinden sızlatmıyor mu?
- Planların midemize yaptığı etkinin yanında ancak gaz sıkışması kadar rahatsız eder.
Ben bu satırları ağlayarak okudum.
- Kaç kere söyledim sana , hassas adamsın, bu hikayelerden uzak dur diye. Laftan anlamıyorsun ki.
Ve inanıyorum ki, bu cümleleri bir gün savunma değil, iddia makamında, hem de göğüslerini gere gere bir daha telaffuz edecekler.
- İddia makamında! Gün gelecek devran dönecek diyorsun yani?
Yine inanıyorum ki, o gün iddia makamının arkasında koskoca bir Türk milleti, müdahil avukat olarak yer alacak.
- O kadar emin olma canım. Millet boruyla silahı, ıslak imzayla kağıt parçasını senden daha iyi ayırt edebiliyor.
Madem bu konu açıldı, o gecenin hikâyesini bir de ben yazayım.
- Konuyu sen açtın. Kendin çalıp kendin oynuyorsun be adam
30 Ocak 1996 gecesi İstanbul’da bir yerde yemekteydim.
- Seni gidi seni, yine hangi güzide mekanda yıllanmış şarapları götürüyordun?
Cep telefonum çaldı. Arayan, Hürriyet’in o günkü Ege Bölgesi Temsilcisi Nedim Demirağ’dı.
- Bak sen, niye aramış?
“Ertuğrul Bey, şu an Gümüşlük’teyiz. Türk SAT komandoları birazdan Kardak’a çıkarma yapmaya hazırlanıyor. Şimdi size komutanı veriyorum” dedi.
- Yuh yani, öyle hemen de girilmez ki mevzuya. Hem komutanla ne işin var senin, Karargahın numarasıyla mı karıştırmışlar telefonunu, ne iş?
Komutan Yarbay İz Metin’di.
- İz yarbayın ismi mi yoksa rütbesi filan mı?
“Merhaba Ertuğrul Bey” dedi.
- E ne diyecek? Senin temsilci gibi hemen konuya mı dalsın?
Daha çok ben konuştum.
- Seni arayan onlar değil mi, niye boşboğazlık ediyorsun?
“Bütün millet arkanızda. Sizinle gurur duyuyoruz. Askerimize güveniyoruz. Hayırlı olsun” dedim.
- Sanki Yunanistan’ı fethe gidiyorlar. Niye kandırmışsın adamları. Milletin çoğu iki tane kayalık için savaş çıkartacaksınız diye saydırıyordu haberiniz yok.
“Çıkarmadan sonra sizi ararım” dedi ve telefonu kapattık.
- Ha bir de rapor verecek. Senden sonra karargahı da bilgilendirseymiş bari.
Hemen Fatih Altaylı’yı aradım.
- Tam adamını bulmuşsun. İkiniz bir fidanın güller açan dalısınız. Ordumuz sizinle gurur duyuyordur.
Ya Çeşme’de ya da Bodrum’a yakın bir yerdeydi. “Atla, Gümüşlük’e git” dedim.
- Bak yaşlanıyorsun artık. Nerde olduğunu bile hatırlamıyorsun.
Üzerine de renkli bir şey giymesini söyledim. Fotoğrafta dikkati çekmeliydi.
- Operasyonu yapan asker değil mi, o niye dikkat çekiyor?
Evet Türk SAT komandoları, çıkarma için zodyaklarını hazırlayıp mühimmat yüklerken, Hürriyet de oradaydı.
- Bu kadar hevesli bir yayın yönetmeninden kaçar mı? Elbette olacak.
Nedim Demirağ dışında Hürriyet Haber Ajansı Müdürü Erdal İzgi, muhabir Cesur Sert, Bölge Haberler’den Münir Koçaslan, kameraman Osman Akdeniz Gümüşlük’teydi..
- Maşallah, yurt haberler servisini Bodrum’a taşımışsınız.
Hürriyet o gece herkesi atlatmıştı.
- Niye ki?
Dün Cesur Sert’i arayarak o geceyi anlattırdım.
- Hadi bakalım

****

DENİZ KUVVETLERİ’NE AİT İKİ MAVİ OTOBÜS GÜMÜŞLÜK’TE

O gece bütün gazeteciler Turgutreis’te bir oteldeymiş. Çünkü Kardak’a çıkarmanın buradan yapılacağı tahmin ediliyormuş.
- Haaa, basın şimdi her biri satılığa çıkarılan kayalıklar için teyakkuz halindeymiş yani?
Akşam saat 20.30 sularında, Nedim Demirağ arkadaşlarına “Ben Gümüşlük’te yemeğe gidiyorum” deyip ayrılmış.
Nedim bir istihbarat alıp da mı oraya gitti, yoksa gerçekten yemeğe mi bilmiyorum.

- Hadi hadi yeme bizi :) Vardır senin bir bildiğin.
Nedim Gümüşlük’te bir restorana oturduktan sonra Deniz Kuvvetleri’ne ait iki mavi otobüsün geldiğini fark etmiş.
- Bak Gümüşlük’ü görmüşlüğüm var. Restoranlar kıyıdadır, Otobüsler çok geride park ederler. Yani yemek yerken gözükmez otobüs motobüs.
Otobüslerden birtakım komando kıyafetli insanlar inmiş.
- Deniz kuvvetleri otobüsünden revü kızları inecek değil ya.
Merak edip sorunca açık açık “Kardak’a çıkarma yapacağız” demişler.
- Yahu adam zaten istihbarat alıp gitmemiş mi?
Sonra araçlardan henüz şişirilmemiş zodyak botlar, mühimmat ve silahlar indirilmiş.
- E operasyona gidiyorlarmış. Ondan olmasın?
Demirağ bunu görünce hemen Turgutreis’i arayıp arkadaşlarına haber vermiş.
- Önce istihbaratı al, ortadan kaybol, sonra da arkadaşlara haber ver, iyi valla.
Cesur Sert o anı şöyle anlatıyor:
“Otelde çok sayıda gazeteci olduğu için çaktırmadan nasıl ayrılacağımızı planladık. Görenlere ‘Biz Bodrum’a yemeğe gidiyoruz’ dedik. Ama bazıları uyandı, takibe başladı. O nedenle bir bölümümüz Bodrum’a gitti. Ama biz onları atlatıp, Gümüşlük’e gittik.”
- Atlatmadaki zekayı görüyorsunuz de mi? Helal olsun.
Gümüşlük’e geldiklerinde, komandoların zodyakları şişirmekte olduğunu görmüşler.
O dönemde dijital kameralar yok. Cesur Sert flaşla bir fotoğraf çekmeye kalkmış. Komutan “Lütfen çekmeyin, bir ülkenin kaderiyle oynarsınız” demiş.
- Bu komutan askeri ve gizli bir operasyona gitmeden önce seninle konuşan ve döndüğünde sana rapor verecek olan komutan mı?
Çünkü patlayan flaşın Kardak’taki Yunan askerinin ve etrafındaki 30 Yunan gemisinin dikkatini çekeceğini düşünmüş. -Peki telefonda konuştuğu kişinin bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olduğunu düşünmüş mü?

***

SAT’LARIN CEPLERİNDEKİ TADELLE’LERİN SIRRI NEYDİ
- Alem adamsın ya. Tadellenin sırrı ne olacak? Yunan askerini çikolatayla kandıracaklarını düşünmüyorsun herhalde? Kan şekerleri düşerse yerler diye almışlardır.
Cesur anlatmaya devam ediyor:
“SAT’ların ceplerinde bol miktarda ‘Tadelle’ vardı. Neden diye sordum. ‘Uzun süre kalabiliriz. Kan şekerimizin düşmesine karşı yanımıza aldık’ dediler.”
- E ben demiştim zaten. Halam çantasında hep taşırdı.
Benzin gibi, Tadelle paralarını da cepten ödediklerine eminim.
- Merak etme, faturasını alıp halletmişlerdir. Memleket bütçesinin yarısı askeriyeye gidiyor. İki tadellenin lafı mı olur ya.
O gece Türk SAT’ları Kardak’a çıkmaya hazırlanırken, bugün “Monşerler” diye aşağılanan Türk Dışişleri de bir “strateji dehasına” imza atıyordu.
- Strateji dehası, bak sen. Hem de önce her işimizi ABD’ye danışarak yapıyoruz deyip hükümete çakan, sonra hükümet ABD’ye posta koyunca neden ilişkilerimizi bozuyorsunuz diye isyan edenler öyle mi?
Türk SAT’ları direkt olarak Kardak’a çıkacaktı ve orada Yunan askeri vardı. Büyük bir ihtimalle çatışma çıkacak ve bu da işi bir Türk-Yunan savaşına kadar götürebilecekti.
- Allah akıl fikir versin. O kayalıkları satıyorlar şimdi diyorum huuuu?

***
TÜRK BÜYÜKELÇİ’NİN BULDUĞU HARİKA SON DAKİKA FORMÜLÜ
- Strateji dehası harika son dakika formülü oldu şimdi de. Cilaya devam.
Türkiye’nin Roma Büyükelçisi İnal Batu, işte tam o sırada dâhiyane bir teklifte bulundu ve “Hemen yanında ikiz kayalık var. Orada Yunan askeri yok. Biz de oraya çıkıp bayrak çekelim. Hem çatışma olmaz, hem de anlaşma için zaman kazanırız” dedi.
- O ikiz kayalıkları da satıyor olabilirler. Sen alıp Sat komandolarımıza hediye etsene. Çok makbule geçer.
Türk zodyakları boş olan ikinci kayalığa çıktı.
Çatışma olmadı.

- E olmaz tabi. Boş kayalıkta ne diye çatışma çıksın?
İki ülkenin diplomasisi o gece “akıl yarışına” girdi ve ertesi sabah netice alındı.
- Kim kazandı akıl yarışını?
Saat 08.00’de Yunan askeri bayrağı indirdi ve Kardak’tan çekildi. Saat 08.30’da da Türk askeri bayrağı alıp ikinci kayalıktan geri döndü.
- Yani iki taraf da avucunu yalamış. Niye bunu İstanbul’un fethi gibi anlatıyorsun iki saattir.
Evet o gece Hürriyet, kahraman SAT komandolarının yanındaydı.
- Öfff bütün derdin Hürriyet’in orada olması yani. Tadellelerini yiyip dönmüşler işte.
Yani, şimdi yargılanan ve ceketlerinin üzerine birlik amblemlerini yapıştırıp duruşmaya giden insanlarla.
- O insanların neden duruşmaya gittiğini de yazsana. Poyrazköy’deki silahları, planları ha?
Onların hali ve konuşmaları beni ağlattı.
- Hiiiç bana mısın demedi valla. Darbe planlarında parmakları yoksa tez zamanda aklanırlar inşalah. Ama varsa eğer bir zahmet ödesinler bedelini.
Kabile aydınlarının göz pınarlarındaki timsah gözyaşları bile kuruduğu için, ağlamak yine bize düşüyor.
- Bak yine "Kabile aydınlar"ı diyor. Niye ağlasınlar abicim. Seviniyorlar haklı olarak. 4,5 darbe yaşamış memlekette darbeye teşebbüs edenler yargılanıyor, daha ne.
Ağlamak bizi küçültmez...
- Senin “küçüklüğünü de” biliriz ama ağla tabi, rahatlarsın.
Kardak konusunun ilginç hikâyesini okumak istiyorsanız, Hürriyet’in yayınladığı “O Manşetler” kitabına bakabilirsiniz.
- Ah o manşetlerin dili olsa da konuşsa.
Hürriyet’in büyük manşetlerinin hikâyeleri arasında Kardak da var.
- O “büyük manşetlerin” arasında “Vay Şerefsiz” , “Sabiha Gökçen Ermeni Mi” ve benzer manşetlerin de hikayesi var mı acaba?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder