24 Temmuz 2013 Çarşamba

Gel de kaygılanma


Kim istemez kanın durmasını, kim desteklemez terörün son bulmasını, kim arzu etmez ülkeye sulhun gelmesini?
-Hiç yani, “e kütüphane buuuu herkes destek olur” (Vizontele Tuuba’dan)
Lakin ta baştan kabul etmek gerekiyor ki böyle çetrefilli süreçlerin içinde onlarca tuzak bulunur.
-Öyle valla
O tuzakları görüp söylemek, barışa karşı olmak değildir.
-Kesinlikle
Hele söz konusu; uluslararası bağlantıları bulunan bir terör örgütü ise! Ve o örgüt, onlarca yıldır asker-sivil demeden, Kürt-Türk demeden, kadın-çocuk demeden insanları öldürüyorsa, bin kere düşünüp bir kere adım atmak gerekmiyor mu?
-Eh aynısını örgüt de devlet için düşünüyordur yani.
Bir de bu örgüt, pek çok ülkenin ekonomik, askerî ve lojistik desteği ile ayakta duruyorsa ve her an onlar tarafından kullanılmaya müsait ise, sürecin sıhhati için bin kez kafa yormaktan daha doğal ne olabilir?
-Sizinki de kafa yormak yani, iyi.
Ne toz pembe rüyalar görmek, ne kâbuslar eşliğinde yürümek!
-İşte bu!
Gerçeğin çehresine yüreklice bakmak ve geleceği soğukkanlılıkla yönetmek gerekiyor; hepsi bu.
-Yürü beee
Şu anki fotoğraf gayet net: PKK barış adına adım atmıyor; tam aksine büyük bir çatışmaya hazırlandığına dair görüntü veriyor sürekli.
-İzlanda’dan mı çektiniz bu fotoğrafı? Gerçi oradan bile durumun tam tersi olduğu görülüyordur ama...
 KCK yönetimi değişti, nerdeyse Türkiye'ye tehdit savurmayan ‘PKK kurmayı' kalmadı. Üstelik süre veriyorlar, ‘Son kez uyarıyoruz!' diyorlar.
-Yönetim değişikliği savaş için yapıldı zaten, hı hı. O uyarı da geçti bu arada ama neyse...
Yeni KCK stratejilerinde açıkça görülüyor ki örgüt, taraftarına sokağa dökülmeyi emrediyor.
-Evet, strateji belgesindeki dokuz maddede silahsızlanma için yapılacakların yanında bu da var, oysa AKP’nin ilçe örgütü gibi olmaları lâzım.
Bunlardan kaygı duyduğunuzu söylediğinizde bazı pembe dizi senaristleri her şeyin çok iyi gittiğini, endişeye mahal olmadığını vs. söylüyor.
-E çünkü eksik yazıyorsunuz, sadece görmek istediğiniz şeyi görüyorsunuz.
Güzel!
-Eyvallah
Ama manzara hiç öyle bir şey demiyor.
-Gel bak bizim balkondan Vangölü de, süreç de çok güzel, valla bak…
 Neymiş?
-Ne neymiş?
Devlet (daha doğrusu MİT) İmralı'da mahkûm örgüt liderine hâkimmiş, o da örgüte hâkimmiş; dolayısıyla asayiş berkemal imiş.
-Hakim değil canım, örgüt lideriyle iletişim halinde ve çoğu konuda mutabık.
Aklı başında her insan bu tozpembe yorum karşısında şu soruyu sormaz mı: Madem her şey bu kadar kontrol altındadır, bu ürkütücü manzaranın sorumlusu kimdir?
-Manzaramıza laf etme, lütfen!
Şehrin göbeğinde polis gücü oluşturacaksın,
-Öyle bir şey yok, KCK yalanladı, BDP soruşturuyorç
2 bin küsur genci örgüte yeni üye yapıp dağa çıkaracaksın,
-O da yalan, yaz bakayım o zaman kaç kişi nerden çıkmış. Hepsini biliyor devlet. En ağır dönemlerde yılda 600 filandı katılım.
Ağır silahlar eşliğinde mezarlıkta tören düzenleyecek ‘şehitlik' inşa edeceksin,
-Lice’de şehitlik doğru ama ağır silah da yalan.
Yol kesip kimlik kontrolü yapacaksın,
-Bir iki yerde yapmışlardır, sırf siz malzemesiz kalmayasınız diye.
 dört parçalı devlet kuracağını (bir milletvekilinin ve örgüt liderinin ağzından) bangır bangır haykıracaksın,
-Bunu eli silahlı biri değil, millet vekili söylüyor, nolmuş yani?
hükümete “2. aşamaya geç” diye dayatacaksın…
-Ne var bunda? Niye dayatma oluyor bu? Hükümetin bölge şubesi mi bunlar?
 Ve insanlar “Her şey yolunda!” deyip hayata huzur içinde devam edecek; öyle mi?
-Valla aynen öyle. Biz burda gayet iyiyiz.
Bütün bu 'taktiksel söylemler'i geçtik,
-Kendi kendine taktiksel söylem de ürettin ha, helal spr dvm...
 sıra devletin nasıl kurulacağını fiilen göstermeye geldi galiba.
-Uuuu geldik mi o kadar ya
 Hafta içinde PKK'nın Suriye kanadı PYD, Rasulayn şehrini tamamen kontrol altına aldı ve o topraklara örgüt bayrağını astı.
-Orası Resulayn değil canım, Kürt şehri, Serêkaniyê
Türkiye'nin 100 metre ötesinde yaşanıyor bu gelişme.
-O kadar bile değil, taş patlasa elli metre
 PYD Başkanı, Türkiye'nin müdahalesi söz konusu olursa kendilerini savunacaklarını söylüyor.
-Aynı adam Türkiye endişelenmesin, biz dostuz, görüşmeye hazırız da diyor, onu niye yazmıyorsun?
Genelkurmay Başkanlığı, resmi bir açıklama yaparak “terör örgütü”nün Suriye'deki hamlesinden kaygı duyduğunu ortaya koyuyor.
-Amiral geminin kaptanı da çok hassastı askerin ne düşündüğü konusunda
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin endişelerini dile getiriyor ve “Sınırda bir oldubittiye izin veremeyiz!” diyor. Onunla da yetinmeyip, gelişmeleri “kaygıyla” izlediklerini söylüyor.
-Sizin yüzünüzden, bir avuç suda fırtına koparıyosunuz.
 Tabii ki reel politikle yüz yüze yaşamaya mecbur Dışişleri, bölgeye ve ülkemize nasıl bir mayın döşendiğini hissediyor.
-Kardeşim niye mayın ya? Oralar Kürt şehirleri, Kürtler yönetecek, siz de gidip okul açacaksınız yarın öbür gün.
 Ya Polyannacılık oynayan kalem erbabı?
-Onlarla Twitter’da kapışıyor arkadaşların, rahat ol
Onlar (kulaklarına üflenen ninniler sayesinde) sürecin hâlâ planlandığı güzergâhta devam ettiğini söylüyor.
-İşte bunlar hep Mit’in ninnileri
 Keşke öyle olsa...
-Öyle ama inanmıyorsun, napiyim.
 Fakat heyhat!
-Noldu ya
İş her geçen gün sarpa sarıyor, örgüt her gün yeni bir hamle yapıyor.
-Evet en son Karayılan disiplinli olun, çekilmeyi hızlandırın diyordu.
Sadece örgüt mü?
-E devlet de boş durmuyor, demokratikleşme paketi filan…
Öteden beri İran bağlantısı ile maruf bazı kişiler, sırıtkan bir eda ile PKK'nın Suriye kanadını aklayıp paklama peşinde.
-Bunu bilemedim.
 Normaldir; zira şu an itibarıyla kazananların başında İran ve Suriye geliyor.
-İran neyse de Suriye nasıl kazanıyor?
Vaktiyle çoluk çocuk gibi görülen Esed, kendine göre büyük oynuyor ve arkasını yasladığı müttefikleriyle özerk bir PKK devletini arzu ediyor.
-Akıllı olup Kürtlere destek olun, Esed’e sırtlarını döneli baya oldu.
Daha birkaç hafta önce KCK üst yönetiminin Suriye'de özerk bir bölgeden bahsetmesi ve İran'la barışın devam edeceğini ilan etmesi tesadüf mü sizce?
-Savaşsın mı sonsuza kadar? Suriye’de Kürtler niye kendi kendini yönetmesin, hele bir de bakim?
Oto-hipnoza gerek yok. Toplu hipnoz da sökmüyor artık.

-Keşke sürecin sonuna kadar hipnoz edebilsek sizi.

 Fiili durumu doğru okumak, gerekli tedbirleri almak gerekiyor ki, iş işten geçmesin.

-Nedir mesela gerekli tedbir açar mısın?

En başta şunu kabul etmeli; ‘endişelerim var' demek ‘çözüme karşıyım' demek değildir.

-Tabi canııım, ne alakası var

Ağıtlar yakıp kitleleri yeise sevk etmeye de gerek yok; ninniler söyleyip masum toplulukları uyutmaya da.

-E patlat oynak bir şeyler.

 İyi niyetli gayretleri boşa çıkarmaya yönelik birtakım gelişmeler yaşanıyor.

-Siz de maşallah elinizde benzin bidonuyla koşuyorsunuz

 Maksat hem sorunun çözülmesi hem de kalıcı kardeşliğin temin edilmesi olduğuna göre, gerçeklerle yüzleşmek şart.

-Hah işte, biraz da büyük gerçeklere, iyi niyetli girişimlere odaklansanız?

 Daha çok aklı meseleye dâhil edip bütün olumsuz ihtimalleri de hesaba katarak, ülke menfaatini her şeyin üstünde tutan siyaset üstü bir vizyonla sulh kapılarını aralamak ve süreci kalıcı bir yol haritası ile taçlandırmak gerekiyor.

-Baştan söylesene şu, bizi de katın bu işe desene.

Yoksa ufukta beliren ihanet sadece bu ülkeye değil; bölgeye de büyük zarar verir...

-İhanet? Nereye bağladın abi ya...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Öyle melun bir kafa ki, durmuyor

Neydi o manşet?
-Hangisi?

Hani Uludere'deki o elim olaydan sonra "Taraf" gazetesinin attığı manşet?
-"Devlet halkını bombaladı"

"Devlet halkını bombaladı..."
-Eevet, bend e onu dedim.

Sen ki ey büyük Türk devleti ve onun bugünkü sahipleri...
-Uuuu, gazı alıyorum ama ne biçim devlet bu, her gün sahip mi değiştiriyor?

Yut ki yutabilirsen...
-Yutar mı ya, mümkün mü?

Yutamıyor musun?
-Yok

Tavsiyem, kızılcık şerbeti yap, iç...
-Seni mi kırıcam yaaa...

* * *

Dün Hürriyet'te Sedat Ergin'i okuyorum.
-Ben hiç okumam

Hepimiz mutabıkız, düzgün bir gazeteci, ilkeleri var. Odur budur diye bakmaz.
-Kısadan gelip, hiç bana benzemez desene

Tabii ki yapılması gerekeni yapıyor.
-Neyle ilgili?

"Taraf"ın manşetinden değil, ama basından yana çıkıyor.
-Hangi basından?

"Söz konusu gazete haberinde hatalı olabilir" diyor, arkasından ekliyor:
-Eeee?

"Ancak hatalı olması, bir demokraside Başbakan'a muhabirleri, yazarları ve gazeteleri hedef gösterme ayrıcalığı vermez" diyor.
-Konuyu kendine bağlican di mi? Çakaaal...

Doğru mu söylüyor?
-Gazeten ve senin gibi yazarların "hedef gösterme ayrıcalığı" için de öyle düşünüyorsa doğru.

Bana göre doğru, başkasına göre doğru olmayabilir...
-Herkesin doğrusu kendine konulu bir entel ergen muhabbetine mi giriyoruz?

Bu manşet, Başbakan'a onu yapma ayrıcalığı vermez ama bana şu mütevazı soruyu sorma hakkını verir.
-Sana ne güzel yapıyordu ama, oooh canıma değsin.

***

Ey, sen geçmişin manşetleri üzerinden recm üstüne recm yapan, eli taşlı, dili sopalı arkadaş...
-Kim o?

Ey sen, elinden gelse, "411 el kaosa kalktı" manşetinden, kallavi bir darağacının üç bacağını imal edecek kafa...
-Evet, sadede geldik...

Söyle bana ne düşünüyorsun "Taraf"ın bu manşeti hakkında?
-Valla bence güzel.

Bak ne diyor: "Devlet Halkını bombalamış..."
-Bombalamış değil len, bombaladı.

Söyle bana, bu laf, diline pelesenk ettiğin "411 el kaosa kalktı" lafından daha mı hafif, daha mı masum, daha mı adil...
-Vay şerefsiz de çok meşhur, onu geçmeyelim lütfen.

İlahi bir güçten aldığı yetkiyle, o ilahi güç neyse, onun baltası kesilen; o gazeteciyi, bu gazeteciyi her gün hapislere,
sürgünlere, maltalara gönderen, elinden gelse darağacına çekecek, ileri demokrat arkadaş...
-Allahını seversen söyle şunun kim olduğunu, çok merak ettim be.

Sana soracaktım, vazgeçtim, sormuyorum.
-Tamam canım, bana sor, nolucak?

Hâlâ vicdanı kalan varsa,ona soruyorum.
-Iyh, vazgeçtim,bana da sorma

Hadi söyleyin arada bir fark var mı?
-Yani neresini söyleyelim bilmiyorum ki...

Var...
-Bence de...

411 milletvekili, elini bilerek kaldırmıştı.
Devlet o elim, elim olduğu kadar vahim hatayı, bilerek yapmadı...
-Al işte, kapasite bu...

***

Gelelim o "411 el kaosa kalktı" manşetine....
-Başladığından beri onun yolunu yapıyorsun zaten

O gün ne demiştim? "Türbanlı kızlar üniversiteye girsin. Ama bunu Anayasa ile çözmeyin."
-İktidar değişirse gene yasaklanabilsin diye

Aynı sözü Anayasa Mahkemesi Başkanı da söylemişti.
-İyi halt etmiş

Peki bugün ne oldu?
-Hâlâ yasağın devam ettiği yerler olduğu gibi kamuda başörtüsü yasağı da devam ediyor

Türbanlı kızlar artık rahatça üniversiteye girebiliyor mu?
-Girmiyor

Giriyor.
-Girmiyor diyorum ya, alla alla...

Peki bunun için Anayasanın değişmesi gerekti mi?
-yok

Gerekmedi.
-Ben ne dedim?

***

Sense o gün ne demiştin?
-Ne demişim?

"Milletin 411 seçilmiş temsilcisinin kaldırdığı el için sen nasıl da böyle bir şey diyebilirsin?"
-Yine o meçhul kişi

Ben de demiştim ki, kalkmış eller vekil elidir. Kutsal değildir. İnsan elidir.
-Bak kendin söylüyorsun, vekil eli,yüzbinlerce insanın eli.

Bak, aynı seçilmiş eller, maaşlarını yükseltmek için kaldırdığında sen bile manşetler attın.
-Yani hâlâ söylemiyorsun bunun kim olduğunu, çok ayıp ediyorsun,ben yabancı mıyım?

Ağzına geleni söyledin.
-Ben de başlicam ama bak...

Demek ki neymiş?
-Neymiş?

"Devlet halkını bombaladı" manşeti de demokrasinin parçasıymış.
-Sedat Ergin öyle yazdı diye mi?

Demek ki, neymiş?
-Neymiş?

Manşet hatalı da olsa, basın özrgürlüğünün parçasıymış.
-Haliyle "411 El Kaosa kalktı" da o özgürlüğün bir parçası

***

İşte o yüzden diyorum...
-De artık ne diyeceksen, off

Şu kafa var ya, şu benim kafa; öylesine melun bir kafa ki, yerinde duramıyor, kabına sığmıyor...
-Sırtlanlar kovalasın seni Erto.

Fıldır fıldır dönüyor.
-Balataları yakar inşallaaah

Görüyor, hatırlıyor...
-Arada yapması gerekenleri de yapsın ama..

Ee tabiatıyla hatırlatıyor...
-Neyse, bu da bitti...

İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19624495.asp

5 Ocak 2012 Perşembe

Aman cebe bıraktığınız mesaja dikkat

27 Aralık 2011 akşamı.
-Dur ben yeni uyanıyorum mevzuya

Hürriyet'in yeni yıl partisinden çıkıp, başka bir yere akıyoruz.
-Konağınızı süslemediniz mi bu sene?

Bild gazetesinin genel yayın yönetmeni Kai Diekmann'la, Nişantaşı'nın yeni gözde yeri “Sess”e doğru gidiyoruz.
-Vaaay, Türkiyeni gezdiriyorsun adamına...

Bana, Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff'la aralarında geçen olayı anlatıyor.
-Sen pek görüşemiyorsun tabi bizimkiyle di mi? Yazııık…

*“Cumhurbaşkanı asla yapılmaması gereken bir hatayı yaptı” diyor.
-Bak seeen, napmış?

“Arkadaşından aldığı borcu açıklamadığı için mi” diye soruyorum.
-Tabi Avrupalı’nın en büyük hatası ne olabilir ki…

*“Tabii o büyük bir hata. Ama asıl hatası başka. Cep telefonuma not bıraktı” diyor.
-Hadiii, ne demiş?

Ve olayı anlatıyor.
-E buyursun…

* * *

Diekmann bir toplantı için New York'a gidiyor.
-Evet?

Bir gün önce, Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff'a cevaplaması için bazı sorular göndermişler.
-Konu nedir?

Sorular, ev almak için işadamı bir arkadaşından aldığı borçla ilgili. Bu olayı, cumhurbaşkanı olmadan önce açıklamamış.
-Hmmm

Wulff iki gün boyunca bu sorulara cevap vermiyor. Bunun üzerine gazete haberi yayınlamaya karar veriyor.
-Cevapsız kalan soruları yani?

Bunu öğrenen Cumhurbaşkanı apar topar Kai Diekmann'ı arıyor.
-E daha yayınlamamış ki karar verdiğini nereden biliyor?

Diekmann o sırada uçakta ve telefonu kapalı. Diekmann'ın cep telefonuna ağzına geleni söylüyor.
-Cumhurbaşkanı çizgisinden çıkmış yani

Bu haberi yayınlarlarsa, gazete ile ilişkilerini gözden geçireceği tehdidinde bulunuyor.
-Piii, Avrupalı çizgisinden de çıkmış.

* * *
Diekmann haberi yayınlıyor.
-Sen olsan ne numaralar çevirirdin var yaaaa

“Kanunen, izin almadıkça telefon konuşmalarını kaydedemiyoruz. Ancak burada durum farklı. Çünkü cep telefonuna mesaj bırakan kişi, bunun kaydedileceği konusunda önceden otomatik olarak uyarılıyor. Bu durumda benim, Cumhurbaşkanı'nın yaptığı tehdidi kamuoyuna açıklama hakkım var.”
-Küfür yok di mi?

Bild o mesajı yayınlamadı ama olay Alman medya çevrelerinde duyuldu ve iki gazete Cumhurbaşkanı'nın bıraktığı mesajı haber yaptı.
-Almanya’nın da amiral gemisini bulmuşsun desene.

Bild ve Kai Diekmann öteki Alman gazeteleri tarafından pek sevilmese de, gazeteler Cumhurbaşkanı'nın bu tavrını eleştirdi.
-Kai Diekman senin gibi bir kaptan değildir inşallah

Haberi atladık, onları sevmiyoruz gibi bahanelere sığınmıyorlar.
-Senin gibi değiller yani.

* * *
Sayın Başbakan, sizden beklediğimiz duruş budur
-Bi dakka! Konu nasıl buraya geldi, olay bu kadar mıydı? Sonrası ne oldu?

DÜN Başbakan Tayyip Erdoğan'ın grup konuşmasını dinlerken içimden şu geçti: “İşte budur...”
-Üstüne bir kadeh şarap da fena olmazdı…

Uludere'deki elim olay konusunda, her önüne gelenin küçük, küçücük, mide bulandırıcı bir popülizm yaptığı günlerde, ülkenin başbakanından beklenen ses budur.
-Ben senin bu harbi hallerini seviyorum biliyor musun?

Ne mi? Onu da açık açık özetleyeyim:
-Beklenen ses dedin ya işte neyi açık özetliyorsun?

*Evet, orada vahim bir hata yapılmıştır.
-Olur böyle şeyler canııım

*Ama bu ülkenin ordusu, güvenlik güçleri, silahlı bir örgüte karşı görevini yapmaktadır.
-Sen de görevini yapıyorsun nihayetinde.

*O görevi onlara kim mi vermiştir? Ülkenin seçimle işbaşına gelmiş sivil hükümeti.
-Bunu yazarken kendinden geçtin di mi?

*Bu bir savaştır ve her savaşta ne yazık ki hatalar olmaktadır.
-Olum bi tutarlı ol be, hani buna savaş diyenler liboştu?

*Dünyanın en gelişmiş ordusuna sahip Amerika bile geçmişte bundan daha ağır hatalar yapmıştır.
-Doğru valla, Irak’ta ne “hatalar” yaptılar…

*Evet bu hatanın üzerine gidilmeli, sonuna kadar araştırılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalıdır.
-Gerek yok yaaa, hayır yani bilerek olmamış ki, adı üstünde “hata”.

*Ama bunu yaparken, orada savaşan insanların gururunu, moralini tarumar edecek sorumsuzluklardan kaçınılmalıdır.
-Canım sen boşuna mı yırtınırıyorsun buralarda ver morali, ver coşkuyu gitsin…

*O insanlar orada kahramanca bir mücadele vermektedir.
-Sayenizde canım.

Bu mücadele sizin, benim, onun, bunun siyasi ideolojisine, düşüncesine uygun olmayabilir.
-Sana her halükarda uygun mudur? Uygundur, geç o zaman…

Ama o görevi ona bu ülke vermiştir.
-Haklısın valla, milleti ölüme yollayıp ardından şakşakçılıkta üstümüze yok.

*O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın orada savaşan insanların arkasında durması doğrudur ve alkışlanması gereken bir duruştur.
-Senin de Başbakanın arkasında durman kesinlikle ibret alınması gereken bir duruştur ama neyse…

*En üzücü olanı, artık Cumhuriyet ordusunu savunmanın bile cesaret kabul edilecek hale gelmiş olmasıdır.
-Canım, nolur biraz değişsen, biraz yaratıcı olsan, hep aynı cümleler yaaa

*Evet Sayın Başbakan. Doğru olanı yaptınız.
-Hani muhtar bile olamazdı, bakıyorum da 411 El goy goya kalkıyor.

*Siz ordumuzun arkasında durdunuz; biz de sizin arkanızdayız.
-Şüphesi olan beri gelsin…

Orada kahramanca savaşan subaylarımızı, çocuklarımızı bir avuç aydına, bir avuç ona buna yedirtmeyeceğiz...
-“Bir avuç ona buna” nedir ya, allahını seversen bi çeki düzen ver kendine, bi cümle kurmasını öğren, bir yazını da doğru düzgün bitir. Başlık, göbek, final her biri ayrı telden, verem ettin beni.

İlgili yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=19600144&yazarid=10

30 Eylül 2011 Cuma

Saklayın sonra suratıma çarpın

OLMAZ ya, sırf misal olsun diye yazıyorum.
-Yaz bakalım

Mesela iktidar değişmiş. Değişmez ya, diyelim ki değişti...
-Bunlar şarap içmez, bekleme boşuna

Geriye dönük davalar başlamış.
-Ne kadar geriye dönük?

İllegal telefon dinlemeleri, davalarla ilgili olmayan insanların konuşmaları, davalarla ilgili insanların, davayla yakından uzaktan ilgisi olmayan konuşmaları.
Vesaire vesaire...
-Eeeee?

Neyse, bu yazıyı saklayın, o gün yanınızda olmazsam, suratıma çarparsınız.
-Kösele gibi suratın var maşallah, hangi birini çarpıcaz?

* * *

Olmaz ya, oldu diyelim...
-Hadi oldu diyelim

Savcılar, bugün hükümete çok yakın gazetecilerin, siyasetçilerin, sanatçıların, bugün de mutlaka dinlenmekte olan telefon konuşmalarını dosyalara koymuşlar.
-Niye ki? Dava nedir?

Mesela hükümete yakın bir gazetecinin, AK Parti’nin bir yöneticisi ile yaptığı sohbet.
-Konu ne? Senin Büyükanıt’la seçim sohbetin gibi mi?

Mesela, bir gazetecinin polisle, istihbaratçıyla yaptığı konuşma.
-Senin bol bol yaptığın konuşmalardan yani?

Mesela o gazetecilerin kendi aralarında yaptıkları geyik muhabbeti.
-Aynen Paper Moon’da çevirdiklerinizden?

Hepsi iddianame eklerinde, ortalığa saçılmış.
-Tamam da hacı, dava ne?

Mesela şöyle basit, sıradan, alelade bir cümle:
“Gördün mü seninki yine ne yazmış? Geçirsene şuna bir Allah aşkına...”
-Iyyy, çok “basitmiş” hakkaten

Şimdi kim kime emir vermiş, hangi mendebur hangisini azmettirmiş?
-Evet, yine bir cümleden hepsini öğrenmiş olduk...

Sanıyor musun, kozmik bir odada konuşuyorum diye kimse bilmiyor?
-Valla onu kozmik odaları olanlara sor

MİT’in en kozmik odasının bile tecavüze uğradığı namert bir âlemde kapalı kapı mı kalmış ki, böylesine rahatsın.
-Hayırdır hacı? Tutuşmuş gibisin?

O yüzden diyorum ki:
Ortalığa saçılan bu kayıtlar, hepimizin meselesidir.
-Senin ve senin gibi “gazetecinin” meselesi niye benim oluyor?

Özellikle de, sana sesleniyorum:
-Bana seslenme birader

Sana, yani dosyalardaki alakasız telefon konuşmalarına bakıp, anında “Durumdan vazife çıkarttırılan” arkadaş, sana...
-Haaa, o ben değilim valla

Bugün kayığını sağlam, tehlikesiz bir limana demirlediğin için, dışarıdaki fırtınalar, kasırgalar, urağanlar, ummanlar beni etkilemez diye düşünen arkadaş...
Sana diyorum.
-Gün gelir senin gibi Yusuf Yusuf mu olur? Nolur?

* * *

Biliyorum, “Dönem bizim dönemimizdir” diyorsun, kendini yıkılmaz, dokunulmaz hissediyorsun.
-Nasıl da biliyorsun bu psikolojiyi

Ah, ah, dostum; kozmik odadaki komutan da öyle hissediyordu, öylesine emindi.
-Eeee nabıcan hacı, devran bu…

Diyeceğim; sen yine de temkinli ol.
Unutma, her cengâverin içinde bir Aşil, her Aşil’in de bir topuğu var.
-E biraz tüyo versen, nasıl önlem alabilir filan?

Bir bakmışsın karşında bir dosya, dosyanın içinde bir ayna, aynada da kendi suretin.
-Sen hiç kendi suretini gördün mü öyle?

Konuştuğunu dev yapmış, sense minnacık kalmışsın. Ezilip, büzülüyorsun.
-Ama eşşeğini sağlam kazığa bağlamışsındır sen

Ne arkadaşın kalmış, ne bir tek dostun.
-Vay beee, aleme bak

Bugün birisi, bilmem hangi nargile kafede, hasmının mahremiyetini fokurtu keyfi yapıyorsa; öbür gün başka birisi de senin mahremini, rakı masasında meze yapmış, “şerefsizliğine” kadeh kaldırıyor.
-Nargile kafe ne yaaa, başka yer mi kalmadı?

Hayat böyledir; karakter tefessüh edince, o koku herkesin ruhuna siner.
-Valla dışarıda hayat hiç öyle değil

Kolektif bir röntgencilik icat olunmuşsa, artık her âlemde mertlik bozulmuş demektir.
-Canım, o sizin aleminiz, ilk temsilcilerinden biri de sensin

O yüzden sana tavsiyem. Atlama mal bulmuş Mağribi gibi o kâğıtların üzerine...
-Kağıt mı kaldı allasen, mail var, video var, cd var…

“Bu, hepimizin meselesi” de, “Hepimizin şerefi, mahremi” de...
Mertlik hepimizde kalsın de...
-Sen de hep öyle söylemiştin...

* * *

Adalet bakanına soruyorlar:
Neyi?

“Hani konulmayacaktı ilgisiz konuşmalar dosyalara...”
-Bakan mı koymuş onları?

Hâlâ anlamadın mı kardeşim?
-Neyi canım?

O bir mesaj. Çok ciddi bir mesaj.
-Ne diyor?

Sadece karşıdaki gazeteciye değil, hepsine, hepimize mesaj.
-Yine hepimiz diyor ya, ağabeyciğim bu sizin rezilliğiniz, beni ne ilgilendirir?

Açıkça diyor ki:
-Ne halt yediğinizi biliyorum diyor, tamam.

“Bak gazeteci kardeşim. Ayağını denk al. Kimle konuştuğunu, ne konuştuğunu, nerede konuştuğunu saniye saniye biliyorum. Ona göre...”
-Bilsin, bana ne?

Bürokrata, siyasetçiye, sanatçıya, işadamına...
-Gazeteci bitti, şimdi sıra bunlarda.

Bütün haber kaynaklarına diyor ki:
-Ne işler çevirdiğinizi biliyorum demiş işte

“Bak ayağını denk al... Ona buna bilgi verip, kafamın tasını attırma...”
-Ooof of. Kim, kime, ne bilgisi veriyor, onu da yazsan ya…

Sen masum bir geyik muhabbeti yaptığını, arkadaşınla şakalaştığını, birilerini ti’ye aldığını, gırgır geçtiğini sanıyorsun değil mi...
-Enis Berberoğlu geçende yazdı "masum" geyik muhabbetlerinizi...

* * *

Sen öyle san...
-Tamam, sanmasın...

Bir bakmışsın ki, hayatın boyunca karşı çıktığın bir darbenin asli failisin.
-Vallahi görüşmeyeli fena korkutmuşlar seni, noldu yahu?

Ne yazmışlar Nedim Şener’in telefonunu dinlemek için hâkime?
-Neee?

“Adam öldürmek için plan yapmak...”
-Başka?

Kimle? Binnaz Toprak’la, “Açık Toplum Derneği”nin yöneticileri ile.
-Ulan gene birleştirdin işin kıçıyla başını

Oysa biri Anadolu’da mahalle baskısı konusunda sosyolojik araştırma yaptığını sanıyordu...
-Kesin onu da atarlar hapse?

Ya Açık Toplum Derneği?
-Sorosçu yuvası değil mi orası?

Adı üstünde.
-Yok adı başka

Açık, demokratik, şeffaf bir devlet istiyordu.
-La sabah akşam küfrettiğin liberaller çeviriyor orayı

Al işte sana, açık değil, çıplak; çıplak değil çırılçıplak, anadan doğma, üryan bir toplum...
-İşte kendince böyle "sıkı" laflarla final yapıyor...


İlgili Yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18865482.asp

5 Temmuz 2011 Salı

Ben Alman olsaydım...

BEN ALMAN OLSAYDIM Türklere çok kızardım.
-Sebep?

“Nerden geldi bu insanlar” diye avaz avaz bağırırdım.
-Yapar valla, tecrübeyle sabittir

BEN ALMAN OYSAYDIM Türkleri çok severdim.
-E bi karar ver, sever miydin, kızar mıydın?

Bu insanlar Almanya’ya renk getirdi, farklılık, Akdenizlilik getirdi diye sevinirdim.
-Aslında bu da doğru, insanlarla kültür mantarı arasında derin bir bağ kuruyor

BEN ALMAN OLSAYDIM Dominique Strauss-Kahn’a ateş püskürürdüm.
-Niye, adam masummuş diyorlar?

Sırf Fransız olduğu için, bu herif mutlaka o zavallı Müslüman kadına tecavüz etmiştir diye düşünürdüm.
-Fransız'ı niye karıştıryorsun şimdi, Alman'dan devam et

BEN ALMAN OLSAYDIM Amerikalılara ifrit olurdum.
-Bizi bitirdin şimdi de adamların dört tarafını düşmanla kaplatacaksın, yazık değil mi?

“Bunlar kendilerini dünyanın efendisi sanır. Irak’ı işgal ettiler, Strauss-Kahn’a da sırf Avrupalı olduğu için tuzak kurdular” derdim.
-Bunun için Alman olmaya ne gerek var?

Alman olmak herhalde böyle bir şeydir.
-Arkadaşın kusura bakmayın, Türk olmaktan ne anladığını yazsa halinize sevinirsiniz.

Ama Türk olmak da böyle bir şeydir.
-Hadi buyur buradan yak

Çelişkili, günü gününe uymayan, bazı sabahlar yataktan çok güzel duygularla çıkan, bazı günlerse feci halde uyanan insanlar.
-İnsanları her gün yataktan polyanna gibi uyanan ülke mi var?

Bugün böyle düşünen, yarın yüzde 100 aksini savunan bir ruh hali.
-Aslında kendisinden bahsediyor, böyle kıvrak bir şahsiyettir

Peki, insan olmak da böyle bir şey değil mi?
-Türk ya da Alman olmak mıdır nedir?

BEN ALMAN OLSAM hayatın keyfini çıkarırdım.
-Hoş, olmasan da çıkarıyorsun...

Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri.
-Bunlarda işsizlik maaşı filan da vardı di miii?

Gelir düzeyi en yüksek insanların yaşadığı ülke.
-E sen de taşınıver

Sosisi çok güzel, kırmızı şarabı henüz iyi değil ama beyaz şarabı ve birası harika.
-Kendisini şarap uzmanı sandığını defalarca yazmış olmalı.

Kadınları gençken çok güzel, 40 yaşında gelince daha da güzel.
-Tabi yaş geçince insan kendine bir teselli arıyor

BEN ALMAN OLSAM mutlu olurdum.
-Para, sosis, beyaz şarap, kadınlar ve bira yüzünden mi?

BEN TÜRK OLSAM... pardon! ben zaten Türküm...
-Ayh, çok komiksin

Almanya’da da mutlu olurdum, Türkiye’de de.
-Sana her yer Trabzon valla

Bizim Almanlar kadar paramız yok ama eğlencemiz var.
-Fakir ama mutluyuz. En büyük eğlencemiz de amiral geminin dümeninde memleketle oyuncak gibi oynamak

Bir gün Avrupa Birliği’ne gelirsek, size söz veriyorum...
-Bir kenara yazın, hatırlatırsınız sonra

• ... hep birlikte çok eğleneceğiz;
• ... hem kızacağız;
• ... hem de çok seveceğiz.
-Vala bunu ben de anlamadım


İlgili Yazı;http://www.bild.de/politik/kolumnen/oezkoek-ertugrul/tuerkiye-nin-en-uenlue-gazetecisi-bild-icin-yaziyor-18435268.bild.html


22 Haziran 2011 Çarşamba

Maymun taklidi yapabilir misiniz

SİZE “maymun taklidi” yapın desem, kolaylıkla yaparsınız.
-Ben yapamam

İlk işiniz dudaklarınızı öne doğru uzatıp, ucuna huni gibi bir boşluk bırakmak ve oradan “uuu” diye tuhaf bir ses çıkarmak olurdu.
-Hayırdır abi, tersine evrime mi sardık?

Aynı anda kollarınızı aşağı doğru sarkıtır, ellerinizi, bileklerinizden içe doğru kıvırır, hafif kambur şekilde sıçrayarak yürümeye başlarsınız.
-Önce bunu yapıp sonra ses çıkarınca olmuyor mu?

Klasik maymun klişesi budur.
-Maymun klişesi ne yaaa, maymun taklidi, davranışı filan de bari

Aynı şekilde, köpek veya kedi taklidi yapmak da insana kolay gelir.
-Biraz da insan taklidi yapsan?

* * *

Şimdi lütfen yandaki fotoğrafa iyice bakın.
-Bakıyoruz


Anneyi hafif yandan görüyoruz.
-Hafif mi? fotoğrafın dörtte üçü anne zaten

Gözleri yavrusunun üzerinde.
-Yok artık

Bakışlarını göremiyoruz ama biliyoruz ki, o bakışlarda ya şefkat var, ya sevgi.
-Bak seeen, Eeee?

Muhtemelen her ikisi.
-Haddi canım!

Sol kolunu yavrusunu göğsüne bastıracak şekilde dolamış.
-Ya ben onu sağ bacağı sandıydım bak

Parmakları, ET’nin ışıklı işaretparmağı gibi, ihtimamın somut işareti haline dönüşmüş.
-Neyin somutuna, işaretine?

Yavrusuna o ihtimamla dokunuyor.
-E görüyoruz

Ve geliyoruz, en güzel, en net gördüğümüz şeye.
Ana kucağındaki bir yavrunun bakışlarına.
-Allahım ya rabbim ya

Ne bakışıdır bu? “Maymun bakışı mı.”
-Nolur bi daha fotoğraf analizi yapma

Böylesine alelade bir sıfatla geçiştirilecek kadar basit değil.
Benim gibi yapın, biraz daha dikkatle bakın.
-Beceremiyosun yani, kasmanın alemi yok

Eminim siz de o bakışlarda en az 4-5 ayrı mana keşfedeceksiniz.
Huzur, güven, sükûnet, sevgi...
-Nerde biz de o derinlik yaaa

Hazırsak, dönelim baştaki soruya.
-Hazırız, dön!

Maymun taklidi yapmak kolay mıdır?
-yazdıklarına bakılırsa kolay

Geçin aynanın karşısına, kendinizi seyredin.
Bir maymun musunuz, yoksa maymun mukallidi mi.
-Allahını seversen amacın ne senin?

*****

Bu fotoğrafı geçen cuma günü İngiliz Daily Mail gazetesinde gördüm.
-Len google görsellerden buldum desene şuna

Melbourn Hayvanat Bahçesi’nde çekilmiş.
-Kaynağı da yazar orda

O fotoğraf her gün bana şunu anlatıyor:
-"İnsan ol evlat" diyor olabilir mi?

Bazı şeylerin taklidi yapılamaz.
-Doğru. Mesela sen hâlâ görgüsüz Ertuğrul'sun.

Hayatta, dünyanın en büyük aktörlerinin bile çaresiz, noksan kaldığı estantaneler vardır.
-Kesinlikle, bi baksana aynaya

* * *

Taklidi yapılamayacak olan o dalgın bakışlar neden ve nereye bakıyor?
-Sence?

Önce; insan düşünen hayvandır tezini çürütmek için bakıyor.
-İnsan düşünmeyen bir hayvan mı?

O bakış, biliyor ki, anne şefkatinin karşılığı olarak verilebilecek tek şey sevgidir.
-Abi nereye bağlayacaksın bunu?

Anneye, “Senin kollarında kendimi güvende hissediyorum” duygusunu vermektir.
-Tamam verdi diyelim, eee?

O olağanüstü an’da, artık ne annenin istediği başka bir şey vardır; ne de o yavrunun annesine verebileceği başka bir şey.
-Hooffff, bunun düşünen hayvanla filan ne alakası var?

Anne kucağındaki sosyal anın başka sosyal ticareti yoktur...
-Sosyal an? O ne ya?

O duygunun muhasipleşmesi de yoktur.
-Ya sen ne anlarsın muhasipleşmeden

“Al bunu ver şunu” hesabına gelmez o harikulade an.
-Ertooo istikamet nere?

Hesaba gelmediği, aritmetiği, hendesesi olmadığı, muhasipleşmeyi kabul etmediği için, taklidi de yoktur.
-Cinnet sebebisin var ya, yeminlen bak

İşte o yüzden “köpek bakışı” diye harikulade bir bakış vardır.
Kedi bakışı, eşek bakışı vardır.
-Bir de Ertuğrul Özkök bakışı var.
Böyle kemik çerçeveli gözlüklerden, karnında gaz sıkışması varmış gibi.

Ceylan gözü ve bakışı vardır.
Çünkü o gözlerin arkasında riya diye bir duygu yoktur.
-Valla orası uzmanlık alanın

Adam satmak, vefasızlık bilmez o bakışlar.
-Allah şahit vefalı adamsın, sahiplerini hiç yarı yolda bırakmadın

* * *

Şimdi söyleyin, hangi hakaret dolu, müptezel bir köşe yazısı bu fotoğraftaki bakışların manasını hissedebilir?
-Ha şöyle sadede gel, uzattıkça uzatıyorsun

Kendisiyle hayatının hiçbir anında muhasipleşememiş; hesap vereceği üç-beş santimetrekare vicdancığı bile kalmamış, olamamış
-Varsa üç-beş santim borç versene be hacı, yap bi kıyak

Hangi güya insan ruhu bu bakışa bakabilir?
-Sözde insan yazacaktın vazgeçtim di miiii?

Bakamaz.
-Sen bakıver güzelim onların yerine de ya, yap bi güzellik

Çünkü onun insiyakı da çok iyi bildiği bir şeye ayarlıdır.
-Neye ayarlı?

Bilir ki, bir bakarsa, o bakışın altında ezilip, telef olacak.
-Baba herkes sen değil ki

O nedenle, bugüne kadar kimse, onların böyle harikulade bir fotoğrafını çekememiştir.
-Perihan Mağden'e verebileceğin en iyi cevap bu salakça kurgu mu yani?

Çünkü o estantaneleri yoktur...
-Ya sen ne kadan yeteneksiz bi adammışsın.


İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18082730.asp?yazarid=10&gid=61

21 Haziran 2011 Salı

Helalleşme

Mezarlığın kapısındaki çiçekçiden iki kırmızı gül alırken son 48 saatimi düşündüm.
-Hafızan daha öncesine geçemiyor mu?

Londra'da Barcelona-Manchester United maçını seyretmiştim.
-Eeee skor ne?

Eurostar hızlı treniyle Manş Denizi'nin altından geçerken, iPod'umda en sevdiğim müzikleri dinlemiştim.
-Anladık ipod da yapmışız.

Kim bilir kaçıncı defa Dante okuyordum.
-E-book'un da vardır senin

Arkamda uzunca bir hayat vardı ve kendimle hesaplaşıyordum.
-İpod'ta ofis programları yoktu di mi? İpad'le mi karıştırdım yoksa?

Hesabını verdiklerim vardı, veremediklerim de...
-Yani hesap kabarık, ihtiyacın olur diye....

Bir gün sonra o mezarlığa gidecektim ve kararımı işte orada, Manş Denizi'nin altında verdim...
-Ne mezarlığı len?

Üç hafta önce pazartesi günüydü.
Yıllarca yaşadığım Paris'i hiç bu kadar güzel görmemiştim.
-Yine başladın görgüsüzlüğe yaaa, bilmeyen de seni Napolyon'un torunu zanneder.

TRT Türk kanalı Edith Piaf'ın şehrini anlatan bir programın sunucusu olmamı istemişti.
-Kanalın kendisi mi yoksa yapımcı şirket filan mı?

Programın bir bölümü Pere Lachaise mezarlığında, onun mezarının başında çekilecekti..
-E hani sen karar vermiştin? Programın parçasıymış işte

Çekim için izin alınması gerekiyordu.
Programın yapımcısı Serhat Akinan'ı aradım ve “Ahmet Kaya'nın mezarına da gidelim” dedim.
-La bari mezarında rahat ver

Şaşırdı, biraz sustu ve konuştu:
“Çok iyi yaparsınız...”
-İyi halt etmiş

*****

MEZARIN ÜZERİNDE KOCASININ SOYADI

Ana kapıdan girdiğimizde ilk karşılaştığımız mezarlar, gençlik yıllarımda adlarını ve hayatlarını ezbere bildiğim efsanevi sosyalist ve komünist liderlerinkilerdi.
-Rasim Ozan Kütahyalı gibi gıdım kadar bilginle hava yapıyosun ya

Waldeck Rochet, Maurice Thorez, Georges Marchais...
-Heee, ben de isim sayarım

Biraz ilerde Almanca konuşan 6-7 genç önümüzü kesti ve “Edith Piaf'ın mezarı neresi” diye sordu.
-Uzat abicim uzat, bu yazı tam sayfa çıktı di mi?

“Biz de oraya gidiyoruz, bizi takip edin” dedik.
-İnsan tanımadan etmeden kimlere neler sorabilyor ya

Biraz sonra Edith Piaf'ın mezarının karşısındayız.
Mütevazı sayılabilecek bir mezar.
Yanında babası ve son kocası Theo Sarapo yatıyor.
-Allah rahmet etsin

Edith Piaf'ın soyadı da Sarapo olarak yazılmış.
Kırmızı güllerden birini onun mezarının üzerine bırakıyorum.
Yves Montand'a olan aşkını anlattığı ‘La Vie en Rose' şarkısını mırıldanıyorum.
“Beni kollarına alınca, dünyayı tozpembe görüyorum.”
-Piiiyyy bi sus sus, rahatsız etme insanları

Bir kadının, erkeğine verebileceği en büyük haz bu olmalı diye düşünüyorum.
Tabii buraya kadar gelmişken Jim Morrison'un mezarına gitmemek olmaz.
-O kim la?

Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.
-Geleceğini haber almışlar demeeeek

Ama takan kimse yok.
Hepimiz engelleri aşıp, mezara gidiyoruz.

****

SIRF ONUN İÇİN CEKET GİYDİM, KRAVAT TAKTIM

Ahmet Kaya ile kaç kere karşılaştık hatırlamıyorum. Belki bir, belki iki.
-Esas mavzuya geliyoruz nihayet.

Şarkılarını çok seviyordum.
‘Saza Niye Gelmedin'i hâlâ dinliyor ve doyamıyorum.
-"Azıcık efendi ol bırak elinden o sazı" diye bir şarkısı da var biliyon mu?

Sonra aramıza o tatsız manşet girdi.
-Tatsız mı? Lan dingil, Şerefsiz dedin lan adama

Ahmet Kaya, bir daha Türkiye'ye dönmedi.
-Dönemedi olum, dö-ne-me-di

Karşı karşıya gelseydik, belki birbirimize söyleyecek sözümüz olabilirdi.
Olmadı.
-Adamı kahrından öldürmeseydiniz iki çift lafı olurdu

Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım.
-Canım yaaa, parfüm bile sıkmışsındır

Eminim, yaşasaydı, “Bu façaya ne gerek var” derdi.
İçimden öyle geldi.
-Hay façanı köpekler kovalasın senin

Pere Lachaise'in öteki mezarlarıyla karşılaştırıldığında onunki de çok mütevazı bir mezar.
-Beğendin yani?

Beyaz taştan yapılmış.
Üzerinde kabartma bir portresi var.
Altında Ahmet Kaya yazıyor.
Başında kimse yoktu ama epey çiçek vardı.
Ayak ucunda “Elveda sevgili ülkem” yazıyordu.
-Nasıl, gurur duydun mu esere olan katkınla?

O cümleyi görünce çok hüzünlendim.
-Ah hüzünlenmiş paşam

Ne kadar kızsa da, ne kadar haksızlığa uğrasa da, herkes ülkesini seviyor.
-Evet, içinde senin gibi adamlar olsa da...

Aynı hüznü, Berlin'de birlikte konsere gittiğim Oray Eğin'in gözlerinde gördüm.
-Ah yavruuum, harap oldu sürgünlerde

Sürgün kötü bir duygu.
-Sorma yaaa, Oray'ın da kalbine inecek diye korkuyorum valla

*****

HELALLEŞMEK İSTEDİM AMA ARTIK MÜMKÜN DEĞİLDİ

Kapıda aldığım gülü, mezarın baş tarafına koydum.
-Eminim yazdığından daha soğukkanlıydın

Bildiğim iki dua var. Onları okudum.
-Allah kabul etmesin

Ve onunla konuştum.
-Ne dedin?

Ne söylediğimi hayatım boyunca kimseye anlatmayacağım.
-"Kusura bakma yaa, nabıcan öyle olması gerekiyordu, oldu" dememişsen adam değilim

Söylenmesi gereken her şeyi söyledim.
-Niye manşetten linç ettiğine kadar?

Helalleşmek istedim ama artık mümkün değildi.
-Ya salak mısın sen?

Benim helal edilecek fazla hakkım yoktu.
Onun hakkını helal etmesini isterdim ama artık çok geçti.
-Ömür boyu vebaliyle dolaşasın inşallah

İçimdeki duygu neydi? Suçluluk mu?
Hayır...
-Valla bugün yine olsa yine aynı şeyleri yaparsın, biliriz
Günah falan çıkarmak gibi bir amacım da yoktu.
-Nerenden çıkaracaksın abicim o kadar günahı

Çünkü, “Bilerek kötülük” benim lügatımda yazmıyor.
-Safa yatıp kötülük yapmak en iyisi hacı, boş ver

Bilmeyerek olanı derseniz, vardır elbet.
-O da kesin iyi niyetindendir

Taşlanacaksam eğer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın.
-Memlekette herkes gazeteci ya

Benim duygularım böyleydi ama onun içinde başka duygular olabilir.
-Çok temiz bir kalbin var biliyo musuuun

Keşke, diyorum, keşke, bu konuşmayı, o yaşarken yapabilseydim...
-Nabıcan abi, hayat işte, tuhaf filan yani...

******

AYRILIRKEN EDITH PIAF'IN ŞARKISINI MIRILDANIYORDUM

Bir arkadaşım, “Yeminli düşmanların şimdi bunu da yanlış anlarlar” dedi.
-Vicdan fişini çoktan çekmiş onlar bitanem, ne bakıyosun?

“Hiç umurumda değil. Nasılsa bir gün anlarlar” dedim.
-Yok, anlamazlar onlar, anlayamazlar seni

Mezarın kapısından çıkarken kulaklarımda Edith Piaf'ın o harika şarkısı vardı.
‘Je ne regrette rien'
Hayır, hiçbir şeye pişman değilim...”
-Afferin sana, böyle devam et

Hayat bana çok bonkör davrandı.
-Hem de ne bonkör, istediğine hayat verdin, istediğinin canını aldın

Çok şükrettim.
-Daha fazla et

Geriye baktığımda görüyorum ki; bazı insanlara hoyrat davranmışım.
-Olur böyle şeyler ya, takma kafana

Pişman mıyım?
Geri çevrilmesi mümkün olmayan şeylere pişman olmak neye yarar ki...
-O yüzden en iyisi pişman olmamak, olsan nolucak yaaa

“Üzgün müsün” diye sorarsanız; evet, çok üzgünüm.
-Ölenle ölünmüyor be hacı, üzme kendini

Aklımda hep Behçet Necatigil'in şiiri çınlıyor:
“Bekler bazı şiirler, bazı yaşları...”
-Alıntı kotanı doldurmuştun ama neyse

Demek ki, “Beklermiş bazı üzüntüler, bazı yaşları...”
Ben artık, işte o yaştayım.
-Korkma canım, azrail bile sana yanaşmaktan imtina eder, daha çoook buralardasın


İlgili Yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=18063068&yazarid=10&tarih=2011-06-19