2 Ağustos 2010 Pazartesi

Ey benim eşek kafalım

BEN aylak bir adamım.
-Belli günlerdir Türkbükü'nden dönemedin

Nehrin kenarında oturan miskin bir tarassut köpeği.
-Bir de nehre pislemese o köpek.

Önümden gelip geçene bakıyorum.
-Millet de sana bakıyor.

Düşünüyorum, düşünüyorum bulamıyorum.
-Bünyeni fazla zorlama canım

Yüzüme hangi ifadeyi koymalıyım. Hangi ifade bana daha iyi gider.
-Senin suretinden ruhun okunabiliyor.

***

Şöyle manalı, kinayeli, müstehzi bir şey mi?
-I ıh, kinaye filan olmaz, sen dobra adamsın

Yani, “Gördünüz mü şimdi yediğiniz haltı” der gibi sinsi bir gülüş mü?
-O zaman "ben demiştimcilik" olur, senin büyüklüğüne yakışmaz.

Önümde bu enkaz, önümden geçen bunca ceset varken “Ben dememiş miydim” diyebilir miyim?
-Hayırdır abi, noldu? Deprem filan mı?

Demeye kalksam, bu böbürlenmeyi hangi vicdana sığdırabilirim.
-Senin vicdanının iç hacmi Beko çiftkapılılara taş çıkartır ama

Dudaklarımın kenarındaki o ince istihzayı kendime yedirebilir miydim?
-Üstüne bişey içer hazmi kolaylaştırırsan belki?

Mümkün mü...
-Bilmiyorum işte, denemek şart.

Ben aylak adamım, “Sana ne, takma kafana, memleketi bu hale getiren düşünsün” demeye kalksam.
-Diyemezsin ki, yüreğin acıyla pır pır ederken nasıl dayanacaksın.

En pespaye aylağın bile midesi bunu kaldırır mı.
-Ülser, gastrid filan yoksa olabilir.

Benimki kaldırsa, içimdeki o masum hayvanınki kaldırmaz.
-Hayvancıkları işin içine karıştırmasak?

“Ya sen, ya sizlerin; sizlerin hiç mi payınız yok bu olup bitende” dese ne cevap veririm?
-Hakkaten ne cevap verirsin?

O aymaz liberal aydın sorumlu, dünyaya nizam verme peşindeki siyasetçi sorumlu da; ben, biz hepimiz ak sütten çıktık.
Öyle mi...
-Bak, samimi dertleşmek istiyorsan baştan söyle.
Ama her seferinde olduğu gibi sonunda işi başka yerlere götüreceksen ben yokum.

Ben vicdan fişimi çeksem, bilirim içimdeki masum hayvan çekmez.
-O içindekini doğal hayata salıversen fişe mişe ihtiyacı kalmaz.

Hülasa, nehir kenarında da bize huzur yok arkadaş.
-Sana niye bu kadar karışıyorlarsa.
Bi rahat bırakın adamcağızı içindeki hayvanıyla yaaa!

Eski hasmın, yıllarca bizi oraya buraya gammazlayan zatın, onun bunun enkazı önümüzden geçse, sevinecek mecalimiz kalmamış.
-Hayat yormuş seni be Erto,

Bırak onu; son vatan lime lime geçiyor önümüzden.
-Hayırdır, kendin bölüyordun sonra vazgeçtin şimdi yine lime lime diyorsun?

Ordusu enkaza çevrilmiş, kurumları tarumar edilmiş, hâkimine, savcısına tasallut kapıda.
-Lan iki lafın belini kıralım dedik şurda, işi yine orduya getirdin.
Askerlik dışında her halta burunlarını sokmasınlar onlar da yahu.

Sen hiçbir şeye değemez üç beş aydının enkazına mı bakıp sevineceksin.
-"Değemez" mi? "Değmez" mi?

Ya sen siyasetçi arkadaş;
Sana padişah deseler, ona imparator tacı taksalar ne faydası var.
-Burda da yine sivil darbe, faşizm göndermeleri filan seziyorum.

Sen gitsen, başkası gelse ne yazar.
Enkaz ortada, altından ses bile gelmiyor.
-Herkes orduevlerine çekilmiş, ondandır sessizlik.

***

Dün sabah saatlerce Charles Aznavour dinledim.
-Entellektüel adamsın tabi, ya müzik dinliyorsundur, ya kitap okuyorsundur, ya film izliyorsundur, ya da sosyolojik, siyasi analiz.

“Aşk bir gün gibidir, gelir geçer.” diyor.
“Eğer önünde gelecek kalmamışsa, sana gerideki hatıralar kalır.” diyor.
-Eeee? Hangi mısrayı nereye bağlayacaksın şimdi?

Çocukluğumun ‘Kahramanlar’ı.
-Kimler?

İnsanın insana; ne dinini ne mezhebini, ne ırkını ne cibiliyetini; ne namusunu ne ahlakını sorduğu o mahallelerim.
-E tabi herkes laik, hanefi, sünni, müslüman, Türk. Niye sorsunlar?

1423 sokağım.
Şimdi şu halimize bak.
Biri almış eline fırçayı, önüne geleni boyuyor da boyuyor.
-Senin kireçle kapattığın yerler dökülüyor bence.

“Sen Türk’sün, sen Kürt.”
-O kadar değil yaaa, Arabı var, Ermenisi var, Çerkezi var...

Ötekinin aklı başka yerde:
“Sen Müslümansın, sen laikçi.”
-Oysa Helin Avşar'ın dediği gibi, herkes laik olsa, her şey laik olsa...

Bir başkasına Müslümanlık da yetmemiş, daha daha derine iniyor: “Ben Sünniyim, sen Alevi.”
-Ne gerek var yani, sünni gibi yaşa gitsin, yok cemevi, yok ibadethane.

Liberal aydını da durur mu:
“Ben demokratım, sen darbeci; ben sivilim, sen askerci.”
-Hem de sana söylüyorlar, utanmaz iftiracılar.

***

Charles Aznavour devam ediyor:
“Yaz mevsimimiz geçip gitti, gözlerin beni unuttu.”
-Yukarıdaki ikinci mısra gayet manidar, geçti senin altın çağın.
Bakalım bunu nasıl bağlayacaksın?

Her yıl o soruyu kendi kendime sorarım:
“Önümde kaç papatya mevsimi kaldı, daha kaç yaz mevsimi görürüm?”
-Aman ne yapacaksın artık gün sayıp, vuracağın kadar vurmuşsun zaten bu dünyanın dibine.

Sonra aklıma o harika cümle gelir:
“Her gün önemlidir.”
-Buyrun, şimdi de polyanna'ya bağladık.

Dün fark ettim.
Bir yaz mevsimimin daha içine edildi.
-Sen Bodrum'da tatilin âlâsını yaparken bizim burda sıcaktan imanımız gevriyor hala şikayet ediyorsun ya.

Ne olduğunu hiçbirimizin bilmediği, ama niyetini hepimizin bal gibi bildiği bir referandum uğruna, bir yazımız daha heba edildi.
-Senin içine ettiğin yazlara sayıver bunu da bea.

Sen “Her gün önemlidir” diyorsun; siyasetçi, bırak günü, koskoca bir mevsimi alıp götürüyor.
-Boşşş veeeer, sen tatilini yap canım. Her şeyi de senden beklemesinler.

Nehrin kenarında oturup huzur mu bulacağını sandın ey benim eşek kafalı aylak adamım.
-Nehre pisleyip durursan huzur bulamazsın tabi, millet içiyor o sudan.

Huzur artık Kaf Dağı’nın arkasında...
-Yuh diyorum sana. 5 satır önce polyannaydın be adam.

İlgili yazı; http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=15459847&yazarid=10&tarih=2010-07-31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder