6 Ağustos 2010 Cuma

Ben asıl 12 Ekim'i bekliyorum

“MÜCEVHER, kadının en iyi dostudur...”
-Bugün edebiyat günümüz galiba?

Bu sözleri söyleyen kadının fotoğrafına bakıyorum.
-Hah, en azından biraz sonra neyi tasvir edeceğini biliyoruz. Bir adet fotoğraf.

Bir bahçe çitine hafifçe yaslanmış.
-Hmmm

Üzerinde incecik, neredeyse ip gibi, askılı, yazlık bir elbise var.
-Bir dakika. Şu an zihnimde canladırmaya çalışıyorum

Daralan bel kısmı, olağanüstü göğüslerini ve kalçalarını iyice ortaya çıkarıp; örtülü teşhirin ne kadar çekici bir şey olduğunu ispat ediyor.
-Hmmm dar bir elbise, iyice ortaya çıkan hatlar...

Elinde pembe bir karanfil tutuyor ve bedeninin olağanüstü güzelliğini beş kat agrandize eden saf bir ifadeyle bana bakıyor.
-Wuuuu

Bu kadın Marilyn Monroe.
-Ahhh, nasıl tahmin edemedim yaaa.

Sinema tarihinin belki de en büyük efsanesi.
-Döktürrr

Çitin arka tarafında ise flu bir erkek görünüyor.
-Ne şanslı adam ama?

Kadınla ilgili değil, çiçek topluyor.
-Yuh! Orada Marilyn Monroe var adam çiçek topluyor.

O da Arthur Miller.
“Satıcının Ölümü” kitabının büyük yazarı.
-Yine entellektüel birikiminle dövmeye çalışıyorsun beni.
Bozuşuruz baaak!

Bu büyük yazarın o “aptal sarışının” yanında ne işi var diye soran olabilir.
-Soralım hadi

Oysa zaman bize, asıl bu soruyu soranların “aptal birer ukala” olduğunu kanıtladı.
-Hooop, hakaret yok, hakaret yok.

* * *

12 Ekim’i sabırsızlıkla bekliyorum.
-Hayırdır? Doğum günün mü?

Çünkü o gün Marilyn Monroe’nun “mahrem yazıları” yayınlanıyor.
-Tabi konumuz edebiyattı bugün.

On yedi yaşından itibaren tuttuğu notları okuyacağız ve birçok insan tarafından “aptal sarışın” diye nitelenen bir kadının saklı bahçesindeki olağanüstü entelektüel derinliği keşfedeceğiz.
-Olağanüstü entellektüel derinlik?

Bir “aptal sarışın” düşünün ki; 26 yaşında James Joyce okuyor. Mahrem defterine, bu kitapla ilgili yorumlarını yazıyor.
-E bi zahmet yani. 26 yaşına gelmiş.

O James Joyce ki; üniversite okumuş, master yapmış, doktora yapmış, üzerine doçentlik almış benim; beş girişim yapıp da bir türlü bitiremediğim romanları yazan adam.
-Diplomaların odana da asmışsındır şimdi sen.

Sadece ben mi...
-Başka arkadaşlarında mı var yoksa?

Yeryüzünde edebiyatla, sanatla ilgili her tür afrayı tafrayı atan, Joyce’u hiç okumadığı halde üzerine her türlü ukalalığı yapan başka bir sürü entelektüeli de koy yanıma.
-Kendini biraz fazla önemseyerek de olsa siyasi olarak vermediğin özeleştiriyi burada veriyor gibisin.

Sadece Joyce mu?
-Bir yazı için yetmez mi bu kadar isim :(

Amerikan şiirinin en büyüğü Walt Whitman’ın bütün şiirlerini su gibi okuyan bir kadın.
-Tamam, Walt Whitman'i de tanıyorsun, anladık.

Norma Jean ya da bildiğimiz adıyla Marilyn Monroe.
-Bunun havasını atma istersen kadının gerçek adını herkes biliyor.

Önyargılarımızı tokat gibi yüzümüze çakan o harikulade “aptal sarışın”.
-Senin gibi sanatçı ruhtan anlayan biri nasıl göremez o "aptal sarışın"daki derinliği?

O saf bakışı ile sıfatları tersyüz eden, “aptal” sıfatını asıl hak edenlerin önyargılı, ukala aydınlar olduğunu bütün dünyaya ispat eden efsane sarışın.
-Vay be, özeleştiri konusunda aşıyorsun kendini.

12 Ekim’de o saklı bahçeye girdiğimizde göreceğiz ki; o harikulade bir oyuncuymuş ve en iyi oynadığı rol “aptal sarışın”mış.
-Aslında bu konuda Türkiye'de milli bir mutabakat var.
Bakınız;" Numaradan yapıyor" Ehuehuehu :)

* * *

Ankara’da öğretim üyeliği yaptığım yıllarda, duvarımda bir Samuel Beckett fotoğrafı vardı.
-Bu Türkçenle öğretim üyeliği de yapmışsın ya.
Duvarımda ne demek ya, odamda desene abicim.

Ayakta duruyordu. Başını hafifçe önüne eğmişti.
Üzerinde ucuz bir tweet ceket vardı.
-Abi bu modelleri anladığımız dilden yazsan, aynı vintage ayakkabı gibi oldu, bilmiyoruz, annamıyoruzzz napalım :(

O fotoğrafı, Hürriyet’in Ankara bürosundaki odama da asmıştım.
-Hah şimdi oldu.

Daha sonra Fatih Çekirge o fotoğrafı benden istedi.
O da Sedat Ergin’e devretti.
Fotoğraf şimdi Sedat Ergin’in İstanbul Hürriyet’teki odasında asılı.
-Ne fotoğrafmış anasını satayım.
Yakında bütün Hürriyet yazarlarının odalarını dolaşır.

Marilyn Monroe da Beckett hayranıymış.
-Bütün bu öğretim üyeliği, tweet, tablo turu muhabbeti bunun için miydi?

Ukala yanımız hiç de öyle kolay pes etmez. Sorar:
-Offf, bugün muhabbetin hiç çekilmiyor

“Mücevher, kadının en iyi dostudur” diyen bir kadının saklı bahçesinde safirden, akikten, yakuttan başka ne olabilir ki...
-Gerçekten çok sıkıcısın

O ukala yanımız, “mücevher ile James Joyce’u” yan yana görse, “oksimoron” der.
-Sıkıldım diyorum

Al işte bir hayat bilgisi dersi daha.
-Bu ne şimdi yaaa

Gerdandaki mücevher, aynı zamanda mahrem bir zenginliğin ziyneti olabilirmiş.
-Bugün muhabbetin hiç çekilmiyor demişmiydim?

* * *

Önceki akşam “blogcu” bir gençle sohbet ediyordum.
-Dur bakalım belki bu konu daha ilgi çekicidir.

İnternette açtığı blog çok başarılı.
Tanıdığım birçok insan ilgiyle izliyor.
-Ver adresi biz de bakalım şuna.

Geçenlerde bir gazete yöneticisi kendisini çağırmış ve “onların dünyasını” sormuş.
-Bu adamların bir isimleri yok mu?

“Vallahi kusura bakmayın ama bizim gibi genç insanlar, Ergenekon vs. gibi şeylerle hiç ilgilenmiyorlar” demiş.
-Yine mi Ergenekon yaaa.

Kendimi şöyle bir yokladım.
-Bunu sık sık yapsan fena olmaz.

Ne yalan söyleyeyim, ben de farklı düşünmüyorum.
-Ne yani Ergenekon seni de mi ilgilendirmiyor?

“Öyleyse niye durmadan Ergenekon vs. yazıyorsun” diyeceksiniz.
-E derim tabi, ne diye her gün bu muhabbeti yapıp geriliyoruz o zaman?

“Mahalle baskısı.”
Allah’ın belası mahalle baskısı.
-Ohooo nerde kaldı gerçek aydın çizgisi, gerçek aydın duruşu?

Sanki görünmeyen birileri durmadan “Siyaset yazmasan kimse seni ciddiye almaz” diye beynimi yiyor.
-Bak o el kiminse sakın bırakma, çünkü çok doğru söylüyor.

Oysa içim başka türlü konuşuyor.
-Beceremiyorsun ama Ertuğrulcum, edebiyat medebiyat, hiç gerek yok bu alanlara girmeye.

Gazeteleri açıyorum, herkes 12 Eylül’ü bekliyor.
-Sen beklemiyorsun galiba?

Bense 12 Ekim’i.
Norma Jean’in saklı bahçesine gireceğim 12 Ekim’i.
-Muhabbetin içine ettin gitti gerçekten.

Hayran olduğum bir kadının mahremiyetine gireceğim 12 Ekim’i...
O tarihi bekliyorum.
-Hay çıkamayasın ordan

(*) Yine de Mahalle baskısına uyup, yarına bir 12 Eylül yazısı yazacağım.
-Yaz abicim yaz. Bu entellektüel kasıntılardan daha gerçek oluyorsun.

İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15488591.asp?yazarid=10&gid=61

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder