“MÜCEVHER, kadının en iyi dostudur...”
-Bugün edebiyat günümüz galiba?
Bu sözleri söyleyen kadının fotoğrafına bakıyorum.
-Hah, en azından biraz sonra neyi tasvir edeceğini biliyoruz. Bir adet fotoğraf.
Bir bahçe çitine hafifçe yaslanmış.
-Hmmm
Üzerinde incecik, neredeyse ip gibi, askılı, yazlık bir elbise var.
-Bir dakika. Şu an zihnimde canladırmaya çalışıyorum
Daralan bel kısmı, olağanüstü göğüslerini ve kalçalarını iyice ortaya çıkarıp; örtülü teşhirin ne kadar çekici bir şey olduğunu ispat ediyor.
-Hmmm dar bir elbise, iyice ortaya çıkan hatlar...
Elinde pembe bir karanfil tutuyor ve bedeninin olağanüstü güzelliğini beş kat agrandize eden saf bir ifadeyle bana bakıyor.
-Wuuuu
Bu kadın Marilyn Monroe.
-Ahhh, nasıl tahmin edemedim yaaa.
Sinema tarihinin belki de en büyük efsanesi.
-Döktürrr
Çitin arka tarafında ise flu bir erkek görünüyor.
-Ne şanslı adam ama?
Kadınla ilgili değil, çiçek topluyor.
-Yuh! Orada Marilyn Monroe var adam çiçek topluyor.
O da Arthur Miller.
“Satıcının Ölümü” kitabının büyük yazarı.
-Yine entellektüel birikiminle dövmeye çalışıyorsun beni.
Bozuşuruz baaak!
Bu büyük yazarın o “aptal sarışının” yanında ne işi var diye soran olabilir.
-Soralım hadi
Oysa zaman bize, asıl bu soruyu soranların “aptal birer ukala” olduğunu kanıtladı.
-Hooop, hakaret yok, hakaret yok.
* * *
12 Ekim’i sabırsızlıkla bekliyorum.
-Hayırdır? Doğum günün mü?
Çünkü o gün Marilyn Monroe’nun “mahrem yazıları” yayınlanıyor.
-Tabi konumuz edebiyattı bugün.
On yedi yaşından itibaren tuttuğu notları okuyacağız ve birçok insan tarafından “aptal sarışın” diye nitelenen bir kadının saklı bahçesindeki olağanüstü entelektüel derinliği keşfedeceğiz.
-Olağanüstü entellektüel derinlik?
Bir “aptal sarışın” düşünün ki; 26 yaşında James Joyce okuyor. Mahrem defterine, bu kitapla ilgili yorumlarını yazıyor.
-E bi zahmet yani. 26 yaşına gelmiş.
O James Joyce ki; üniversite okumuş, master yapmış, doktora yapmış, üzerine doçentlik almış benim; beş girişim yapıp da bir türlü bitiremediğim romanları yazan adam.
-Diplomaların odana da asmışsındır şimdi sen.
Sadece ben mi...
-Başka arkadaşlarında mı var yoksa?
Yeryüzünde edebiyatla, sanatla ilgili her tür afrayı tafrayı atan, Joyce’u hiç okumadığı halde üzerine her türlü ukalalığı yapan başka bir sürü entelektüeli de koy yanıma.
-Kendini biraz fazla önemseyerek de olsa siyasi olarak vermediğin özeleştiriyi burada veriyor gibisin.
Sadece Joyce mu?
-Bir yazı için yetmez mi bu kadar isim :(
Amerikan şiirinin en büyüğü Walt Whitman’ın bütün şiirlerini su gibi okuyan bir kadın.
-Tamam, Walt Whitman'i de tanıyorsun, anladık.
Norma Jean ya da bildiğimiz adıyla Marilyn Monroe.
-Bunun havasını atma istersen kadının gerçek adını herkes biliyor.
Önyargılarımızı tokat gibi yüzümüze çakan o harikulade “aptal sarışın”.
-Senin gibi sanatçı ruhtan anlayan biri nasıl göremez o "aptal sarışın"daki derinliği?
O saf bakışı ile sıfatları tersyüz eden, “aptal” sıfatını asıl hak edenlerin önyargılı, ukala aydınlar olduğunu bütün dünyaya ispat eden efsane sarışın.
-Vay be, özeleştiri konusunda aşıyorsun kendini.
12 Ekim’de o saklı bahçeye girdiğimizde göreceğiz ki; o harikulade bir oyuncuymuş ve en iyi oynadığı rol “aptal sarışın”mış.
-Aslında bu konuda Türkiye'de milli bir mutabakat var.
Bakınız;" Numaradan yapıyor" Ehuehuehu :)
* * *
Ankara’da öğretim üyeliği yaptığım yıllarda, duvarımda bir Samuel Beckett fotoğrafı vardı.
-Bu Türkçenle öğretim üyeliği de yapmışsın ya.
Duvarımda ne demek ya, odamda desene abicim.
Ayakta duruyordu. Başını hafifçe önüne eğmişti.
Üzerinde ucuz bir tweet ceket vardı.
-Abi bu modelleri anladığımız dilden yazsan, aynı vintage ayakkabı gibi oldu, bilmiyoruz, annamıyoruzzz napalım :(
O fotoğrafı, Hürriyet’in Ankara bürosundaki odama da asmıştım.
-Hah şimdi oldu.
Daha sonra Fatih Çekirge o fotoğrafı benden istedi.
O da Sedat Ergin’e devretti.
Fotoğraf şimdi Sedat Ergin’in İstanbul Hürriyet’teki odasında asılı.
-Ne fotoğrafmış anasını satayım.
Yakında bütün Hürriyet yazarlarının odalarını dolaşır.
Marilyn Monroe da Beckett hayranıymış.
-Bütün bu öğretim üyeliği, tweet, tablo turu muhabbeti bunun için miydi?
Ukala yanımız hiç de öyle kolay pes etmez. Sorar:
-Offf, bugün muhabbetin hiç çekilmiyor
“Mücevher, kadının en iyi dostudur” diyen bir kadının saklı bahçesinde safirden, akikten, yakuttan başka ne olabilir ki...
-Gerçekten çok sıkıcısın
O ukala yanımız, “mücevher ile James Joyce’u” yan yana görse, “oksimoron” der.
-Sıkıldım diyorum
Al işte bir hayat bilgisi dersi daha.
-Bu ne şimdi yaaa
Gerdandaki mücevher, aynı zamanda mahrem bir zenginliğin ziyneti olabilirmiş.
-Bugün muhabbetin hiç çekilmiyor demişmiydim?
* * *
Önceki akşam “blogcu” bir gençle sohbet ediyordum.
-Dur bakalım belki bu konu daha ilgi çekicidir.
İnternette açtığı blog çok başarılı.
Tanıdığım birçok insan ilgiyle izliyor.
-Ver adresi biz de bakalım şuna.
Geçenlerde bir gazete yöneticisi kendisini çağırmış ve “onların dünyasını” sormuş.
-Bu adamların bir isimleri yok mu?
“Vallahi kusura bakmayın ama bizim gibi genç insanlar, Ergenekon vs. gibi şeylerle hiç ilgilenmiyorlar” demiş.
-Yine mi Ergenekon yaaa.
Kendimi şöyle bir yokladım.
-Bunu sık sık yapsan fena olmaz.
Ne yalan söyleyeyim, ben de farklı düşünmüyorum.
-Ne yani Ergenekon seni de mi ilgilendirmiyor?
“Öyleyse niye durmadan Ergenekon vs. yazıyorsun” diyeceksiniz.
-E derim tabi, ne diye her gün bu muhabbeti yapıp geriliyoruz o zaman?
“Mahalle baskısı.”
Allah’ın belası mahalle baskısı.
-Ohooo nerde kaldı gerçek aydın çizgisi, gerçek aydın duruşu?
Sanki görünmeyen birileri durmadan “Siyaset yazmasan kimse seni ciddiye almaz” diye beynimi yiyor.
-Bak o el kiminse sakın bırakma, çünkü çok doğru söylüyor.
Oysa içim başka türlü konuşuyor.
-Beceremiyorsun ama Ertuğrulcum, edebiyat medebiyat, hiç gerek yok bu alanlara girmeye.
Gazeteleri açıyorum, herkes 12 Eylül’ü bekliyor.
-Sen beklemiyorsun galiba?
Bense 12 Ekim’i.
Norma Jean’in saklı bahçesine gireceğim 12 Ekim’i.
-Muhabbetin içine ettin gitti gerçekten.
Hayran olduğum bir kadının mahremiyetine gireceğim 12 Ekim’i...
O tarihi bekliyorum.
-Hay çıkamayasın ordan
(*) Yine de Mahalle baskısına uyup, yarına bir 12 Eylül yazısı yazacağım.
-Yaz abicim yaz. Bu entellektüel kasıntılardan daha gerçek oluyorsun.
İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15488591.asp?yazarid=10&gid=61
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder