GENÇ subay kardeşim;
-Buyur yoldaş!
Çiçeği burnunda zabit.
-Efendim kardeşşş
Harp Okulu’ndan mezun olurken ettiği yemini hâlâ dün gibi hatırlayan kardeşim;
-Söyleee
Karısını, çoluğunu çocuğunu, bilmem kaç yüz kilometre uzakta bırakıp, ıssız dağ başlarında,
kuş uçmaz kervan geçmez patikalarda, kalleş bir mayının her an patlayacak gümbürtüsüyle yaşayan teğmenim, üsteğmenim, yüzbaşım; binbaşım, albayım.
-Emret iki gözüm
Sen;
Sen uzatmalı çavuşum, başçavuşum;
-Ha ciğerim,
Bu mektup hepinize;
-Eyvallah!
Hepimizden hepinize;
-Hepiniz derken Türkbükü'nden mi? Yoksa Sunset restoran müşterileri ve çalışanlarından mı :(
* * *
Sanmayın ki, koparılan bu yaygaraya, atılan iftiralara, şuna buna bakıp da, askerimizden soğuduk.
-Eyvallah, seni biliriz zaten.
Sanmayın ki, üç beş kendini bilmezin hoyrat, nobran, tepeden bakan afrasına tafrasına bakıp peygamber ocağına olan itimadımız sarsıldı.
-Peygamber ocağı biraz irticai kaçmıyor mu canım kardeşim?
Sanmayın ki, aranızdan üç beş densiz, beş on darbe sersemi çıktı diye sizi gönül defterimizden sildik.
-Mümkün mü ya?
Sanmayın ki, o dağlarda yaptığınız kahramanlıkları, bıraktığınız kolu bacağı, verdiğiniz canı, canları unuttuk.
-Hâlâ da vermiyor muyuz abi sayenizde?
Sanmayın ki unutabiliriz.
-Unutmazsınız de mi?
Unutturabilirler...
-Unutturamazlar.
Sanmayın ki, her resmi geçitte kabaran göğsümüz indi, dökülen gözyaşımızın pınarı kurudu.
-Yieeeyt, öpücem ulen seni
Sanmayın ki, iner, kurur.
-Canım kardeşim beee!
Biz her şeyi biliyoruz, her şeyi görüyoruz genç zabit kardeşim.
-Yahu, biz de kimse sesimizi duymuyor diye kafayı yiyorduk.
Merak etme; medyasıyla, Göbels makinesiyle gözümüze mil çekse, gönlümüzle görürüz.
-Ağlatacaksın beni bak!
Genç zabit kardeşim, bu mektubu işte bu duygularla yazıyorum.
-Dağıttın beni var ya. İçim kıyıldı yemin billah!
Sen de bu duygularla oku.
-Dur önce bir kendime geleyim. Allak bullak ettin beni abicim yaaa
* * *
Bir sabah kalkıyorsun, cephede birlikte savaştığın komutanın hakkında yakalama emri çıkmış.
-Sorma, bir de plan mlan diyorlar, jitem diyorlar, ordan burdan silah filan çıkarıyorlar.
Biliyorum için acıyor.
-Acımaz mı ya?
Teslim olmaya giden komutanına yapılan muameleyi görüyorsun.
-Arkadaş, adamın koluna giriyorlar. Neredeyse kelepçe takacaklar!
Biliyorum, o sahneyi görünce kahroluyorsun, masaları, sandalyeleri yumrukluyorsun.
-Yemin ediyorum, 7 masa 16 sandalye kırdım şimdiye kadar.
Emin ol ki benim içim, bizim içimiz de o kadar acıyor; ben de, biz de, hepimiz de o kadar kahroluyoruz.
-Biliyorum, hissediyorum. Sağolsun, eksik olmayın
Sevgili kardeşim; bil ki sabrını test ediyorlar.
-Kim ki onlar benim sabrımı test edecek?
Tepeni attırıp, seni o eski malum tuzaklara çekmek istiyorlar.
-Hepsi birer komploydu. Bizi zorla çektiler, 27 Mayıs'a da, 12 Mart'a da, 12 Eylül'e de, 28 Şubat'a da, 27 Nisan'a da
Sakın ola ki düşme o tuzağa.
-Nasıl dayanacağız peki? Görmüyor musun olan biteni?
Sakın ola ki dolduruşa gelme.
-Gelmeyeyim ama de mi?
Dolduruşa getirme; geleni yatıştır, getireni uzaklaştır yanından.
-Öyle yapıyorum ben de. Yatıştırmaya çalışıyorum işte kendimce.
Senin yazılarını forward ediyorum, Star Haber'den başkasını izlemiyorum.
Sabrını, sabrımızı deniyorlar.
-Niye yapıyorlar bunu? Neden sabrımızı zorluyorlar?
Sinirinle oynuyorlar, oranı buranı kurcalıyorlar.
-Zıplayan sinirlerimi briket kırıp, şınav çekip, atış talimi yaparak yatıştırıyorum da meseleye oramızı, buramızı filan dahil etmen biraz ayıp olmuyor mu?
Sakın ha, sakın... sakın...
-Peki peki, sakinleşicem, söz!
* * *
Ne diyor Keykavus:
-Ne diyor abi?
“Sabır ikinci akıldır.”
-İyi demiş de...
Sabret, bekle.
-Güzel günler görecek miyiz?
Gözün dağlarda, dikkatin mayında olsun.
-Sinirden, dağ, mayın gördüğümüz mü var abi? Daha geçen ay bizim çocuklar kendi döşediğimiz mayınlara bastılar.
Bil ki, bir mayın oradaysa, bin mayın burada.
-Deme yaaa? Orası daha tehlikeliymiş.
Sakın ha, gözü dönmüş siyasetçinin, nefreti bilenmiş köşe yazarının,
vicdanının fişini çekmiş aydının her gün döşediği o kalleş tahrik mayınına basma.
-İyi de abi üstümüze geliyorlar. Hukuk mukuk diyorlar. Biz ne yapıyorsak vatan için değil mi?
Son umudu, “Genç subaylar rahatsız” manşetlerine kalmış; gece yarıları gelecek bir e-muhtırası için duaya çıkmış,
hezimete bahane arayan ruhların aşına tuz katma.
-Onlar avuçlarını yalarlar da bizimkiler niye muhtırayı dava ediyorlar.
O zaman hepsi arkamızdaydı hani?
Bekle, sabret...
-Sen de olmasan var ya kim derdimize derman arayacak bilmiyorum.
Ne diyorum, bu millet unutmaz, yeri ve zamanı geldiğinde herkese de hatırlatır.
-Göbeğini kaşıyan, kıllı kısabacaklılar mı? Muhtıra verdiğimiz adamlara oy verenler bunlar değil mi?
* * *
Sevgili kardeşim,
-Söyle canım ciğerim, iki gözüm, söyle!
Sen de biliyorsun ki, demokrasi, gerçek bir demokrasi hem senin, hem bizim, hem bütün milletin tek umudu.
-İyi de abi herkesin demokrasisi kendine. Bizim demokrasimizi anlamıyorlar ki.
Sabret;
-Öyle yapıyoruz biz de. Çoluk çocuğu alıp tatile filan çıkıyoruz şimdilik.
Bu millet askeri darbeler dönemini kapattı.
-Bu millet bi halt kapatamaz. Açılışı biz yaptık, kapanışı da biz yaparız.
Hiç merak etme.
Sivil darbe dönemini de kapatacak.
-Darbenin her türlüsünü de biz yaparız. Sivil darbe gerekirse onu da biz yaparız. Milleti karıştırma lütfen
Onu da kapatınca, artık ne genç zabit rahatsız olacak, ne genç sivil.
-Abi bizi biliyorsun zaten ama bu Genç Siviller arıza biraz. Dikkat et bak, benden söylemesi
Az kaldı, sabret.
-Yahu, sabır sabır da nereye kadar?
Ne yazıyor Kâbusname’de:
-Ne yazıyor?
“Sabır ikinci akıldır...”
-Başka bişey yazmıyor mu? Sabrın sonu selamettir, darbedir, muhtıradır filan?
Emin ol bazen “sineye çekmek”, elindeki G3’ten çok daha güçlü bir silahtır.
Üstelik geri tepmesi de yoktur.
-Oooofff of!
İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15447820.asp?yazarid=10&gid=61
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder