30 Eylül 2011 Cuma

Saklayın sonra suratıma çarpın

OLMAZ ya, sırf misal olsun diye yazıyorum.
-Yaz bakalım

Mesela iktidar değişmiş. Değişmez ya, diyelim ki değişti...
-Bunlar şarap içmez, bekleme boşuna

Geriye dönük davalar başlamış.
-Ne kadar geriye dönük?

İllegal telefon dinlemeleri, davalarla ilgili olmayan insanların konuşmaları, davalarla ilgili insanların, davayla yakından uzaktan ilgisi olmayan konuşmaları.
Vesaire vesaire...
-Eeeee?

Neyse, bu yazıyı saklayın, o gün yanınızda olmazsam, suratıma çarparsınız.
-Kösele gibi suratın var maşallah, hangi birini çarpıcaz?

* * *

Olmaz ya, oldu diyelim...
-Hadi oldu diyelim

Savcılar, bugün hükümete çok yakın gazetecilerin, siyasetçilerin, sanatçıların, bugün de mutlaka dinlenmekte olan telefon konuşmalarını dosyalara koymuşlar.
-Niye ki? Dava nedir?

Mesela hükümete yakın bir gazetecinin, AK Parti’nin bir yöneticisi ile yaptığı sohbet.
-Konu ne? Senin Büyükanıt’la seçim sohbetin gibi mi?

Mesela, bir gazetecinin polisle, istihbaratçıyla yaptığı konuşma.
-Senin bol bol yaptığın konuşmalardan yani?

Mesela o gazetecilerin kendi aralarında yaptıkları geyik muhabbeti.
-Aynen Paper Moon’da çevirdiklerinizden?

Hepsi iddianame eklerinde, ortalığa saçılmış.
-Tamam da hacı, dava ne?

Mesela şöyle basit, sıradan, alelade bir cümle:
“Gördün mü seninki yine ne yazmış? Geçirsene şuna bir Allah aşkına...”
-Iyyy, çok “basitmiş” hakkaten

Şimdi kim kime emir vermiş, hangi mendebur hangisini azmettirmiş?
-Evet, yine bir cümleden hepsini öğrenmiş olduk...

Sanıyor musun, kozmik bir odada konuşuyorum diye kimse bilmiyor?
-Valla onu kozmik odaları olanlara sor

MİT’in en kozmik odasının bile tecavüze uğradığı namert bir âlemde kapalı kapı mı kalmış ki, böylesine rahatsın.
-Hayırdır hacı? Tutuşmuş gibisin?

O yüzden diyorum ki:
Ortalığa saçılan bu kayıtlar, hepimizin meselesidir.
-Senin ve senin gibi “gazetecinin” meselesi niye benim oluyor?

Özellikle de, sana sesleniyorum:
-Bana seslenme birader

Sana, yani dosyalardaki alakasız telefon konuşmalarına bakıp, anında “Durumdan vazife çıkarttırılan” arkadaş, sana...
-Haaa, o ben değilim valla

Bugün kayığını sağlam, tehlikesiz bir limana demirlediğin için, dışarıdaki fırtınalar, kasırgalar, urağanlar, ummanlar beni etkilemez diye düşünen arkadaş...
Sana diyorum.
-Gün gelir senin gibi Yusuf Yusuf mu olur? Nolur?

* * *

Biliyorum, “Dönem bizim dönemimizdir” diyorsun, kendini yıkılmaz, dokunulmaz hissediyorsun.
-Nasıl da biliyorsun bu psikolojiyi

Ah, ah, dostum; kozmik odadaki komutan da öyle hissediyordu, öylesine emindi.
-Eeee nabıcan hacı, devran bu…

Diyeceğim; sen yine de temkinli ol.
Unutma, her cengâverin içinde bir Aşil, her Aşil’in de bir topuğu var.
-E biraz tüyo versen, nasıl önlem alabilir filan?

Bir bakmışsın karşında bir dosya, dosyanın içinde bir ayna, aynada da kendi suretin.
-Sen hiç kendi suretini gördün mü öyle?

Konuştuğunu dev yapmış, sense minnacık kalmışsın. Ezilip, büzülüyorsun.
-Ama eşşeğini sağlam kazığa bağlamışsındır sen

Ne arkadaşın kalmış, ne bir tek dostun.
-Vay beee, aleme bak

Bugün birisi, bilmem hangi nargile kafede, hasmının mahremiyetini fokurtu keyfi yapıyorsa; öbür gün başka birisi de senin mahremini, rakı masasında meze yapmış, “şerefsizliğine” kadeh kaldırıyor.
-Nargile kafe ne yaaa, başka yer mi kalmadı?

Hayat böyledir; karakter tefessüh edince, o koku herkesin ruhuna siner.
-Valla dışarıda hayat hiç öyle değil

Kolektif bir röntgencilik icat olunmuşsa, artık her âlemde mertlik bozulmuş demektir.
-Canım, o sizin aleminiz, ilk temsilcilerinden biri de sensin

O yüzden sana tavsiyem. Atlama mal bulmuş Mağribi gibi o kâğıtların üzerine...
-Kağıt mı kaldı allasen, mail var, video var, cd var…

“Bu, hepimizin meselesi” de, “Hepimizin şerefi, mahremi” de...
Mertlik hepimizde kalsın de...
-Sen de hep öyle söylemiştin...

* * *

Adalet bakanına soruyorlar:
Neyi?

“Hani konulmayacaktı ilgisiz konuşmalar dosyalara...”
-Bakan mı koymuş onları?

Hâlâ anlamadın mı kardeşim?
-Neyi canım?

O bir mesaj. Çok ciddi bir mesaj.
-Ne diyor?

Sadece karşıdaki gazeteciye değil, hepsine, hepimize mesaj.
-Yine hepimiz diyor ya, ağabeyciğim bu sizin rezilliğiniz, beni ne ilgilendirir?

Açıkça diyor ki:
-Ne halt yediğinizi biliyorum diyor, tamam.

“Bak gazeteci kardeşim. Ayağını denk al. Kimle konuştuğunu, ne konuştuğunu, nerede konuştuğunu saniye saniye biliyorum. Ona göre...”
-Bilsin, bana ne?

Bürokrata, siyasetçiye, sanatçıya, işadamına...
-Gazeteci bitti, şimdi sıra bunlarda.

Bütün haber kaynaklarına diyor ki:
-Ne işler çevirdiğinizi biliyorum demiş işte

“Bak ayağını denk al... Ona buna bilgi verip, kafamın tasını attırma...”
-Ooof of. Kim, kime, ne bilgisi veriyor, onu da yazsan ya…

Sen masum bir geyik muhabbeti yaptığını, arkadaşınla şakalaştığını, birilerini ti’ye aldığını, gırgır geçtiğini sanıyorsun değil mi...
-Enis Berberoğlu geçende yazdı "masum" geyik muhabbetlerinizi...

* * *

Sen öyle san...
-Tamam, sanmasın...

Bir bakmışsın ki, hayatın boyunca karşı çıktığın bir darbenin asli failisin.
-Vallahi görüşmeyeli fena korkutmuşlar seni, noldu yahu?

Ne yazmışlar Nedim Şener’in telefonunu dinlemek için hâkime?
-Neee?

“Adam öldürmek için plan yapmak...”
-Başka?

Kimle? Binnaz Toprak’la, “Açık Toplum Derneği”nin yöneticileri ile.
-Ulan gene birleştirdin işin kıçıyla başını

Oysa biri Anadolu’da mahalle baskısı konusunda sosyolojik araştırma yaptığını sanıyordu...
-Kesin onu da atarlar hapse?

Ya Açık Toplum Derneği?
-Sorosçu yuvası değil mi orası?

Adı üstünde.
-Yok adı başka

Açık, demokratik, şeffaf bir devlet istiyordu.
-La sabah akşam küfrettiğin liberaller çeviriyor orayı

Al işte sana, açık değil, çıplak; çıplak değil çırılçıplak, anadan doğma, üryan bir toplum...
-İşte kendince böyle "sıkı" laflarla final yapıyor...


İlgili Yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18865482.asp

5 Temmuz 2011 Salı

Ben Alman olsaydım...

BEN ALMAN OLSAYDIM Türklere çok kızardım.
-Sebep?

“Nerden geldi bu insanlar” diye avaz avaz bağırırdım.
-Yapar valla, tecrübeyle sabittir

BEN ALMAN OYSAYDIM Türkleri çok severdim.
-E bi karar ver, sever miydin, kızar mıydın?

Bu insanlar Almanya’ya renk getirdi, farklılık, Akdenizlilik getirdi diye sevinirdim.
-Aslında bu da doğru, insanlarla kültür mantarı arasında derin bir bağ kuruyor

BEN ALMAN OLSAYDIM Dominique Strauss-Kahn’a ateş püskürürdüm.
-Niye, adam masummuş diyorlar?

Sırf Fransız olduğu için, bu herif mutlaka o zavallı Müslüman kadına tecavüz etmiştir diye düşünürdüm.
-Fransız'ı niye karıştıryorsun şimdi, Alman'dan devam et

BEN ALMAN OLSAYDIM Amerikalılara ifrit olurdum.
-Bizi bitirdin şimdi de adamların dört tarafını düşmanla kaplatacaksın, yazık değil mi?

“Bunlar kendilerini dünyanın efendisi sanır. Irak’ı işgal ettiler, Strauss-Kahn’a da sırf Avrupalı olduğu için tuzak kurdular” derdim.
-Bunun için Alman olmaya ne gerek var?

Alman olmak herhalde böyle bir şeydir.
-Arkadaşın kusura bakmayın, Türk olmaktan ne anladığını yazsa halinize sevinirsiniz.

Ama Türk olmak da böyle bir şeydir.
-Hadi buyur buradan yak

Çelişkili, günü gününe uymayan, bazı sabahlar yataktan çok güzel duygularla çıkan, bazı günlerse feci halde uyanan insanlar.
-İnsanları her gün yataktan polyanna gibi uyanan ülke mi var?

Bugün böyle düşünen, yarın yüzde 100 aksini savunan bir ruh hali.
-Aslında kendisinden bahsediyor, böyle kıvrak bir şahsiyettir

Peki, insan olmak da böyle bir şey değil mi?
-Türk ya da Alman olmak mıdır nedir?

BEN ALMAN OLSAM hayatın keyfini çıkarırdım.
-Hoş, olmasan da çıkarıyorsun...

Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri.
-Bunlarda işsizlik maaşı filan da vardı di miii?

Gelir düzeyi en yüksek insanların yaşadığı ülke.
-E sen de taşınıver

Sosisi çok güzel, kırmızı şarabı henüz iyi değil ama beyaz şarabı ve birası harika.
-Kendisini şarap uzmanı sandığını defalarca yazmış olmalı.

Kadınları gençken çok güzel, 40 yaşında gelince daha da güzel.
-Tabi yaş geçince insan kendine bir teselli arıyor

BEN ALMAN OLSAM mutlu olurdum.
-Para, sosis, beyaz şarap, kadınlar ve bira yüzünden mi?

BEN TÜRK OLSAM... pardon! ben zaten Türküm...
-Ayh, çok komiksin

Almanya’da da mutlu olurdum, Türkiye’de de.
-Sana her yer Trabzon valla

Bizim Almanlar kadar paramız yok ama eğlencemiz var.
-Fakir ama mutluyuz. En büyük eğlencemiz de amiral geminin dümeninde memleketle oyuncak gibi oynamak

Bir gün Avrupa Birliği’ne gelirsek, size söz veriyorum...
-Bir kenara yazın, hatırlatırsınız sonra

• ... hep birlikte çok eğleneceğiz;
• ... hem kızacağız;
• ... hem de çok seveceğiz.
-Vala bunu ben de anlamadım


İlgili Yazı;http://www.bild.de/politik/kolumnen/oezkoek-ertugrul/tuerkiye-nin-en-uenlue-gazetecisi-bild-icin-yaziyor-18435268.bild.html


22 Haziran 2011 Çarşamba

Maymun taklidi yapabilir misiniz

SİZE “maymun taklidi” yapın desem, kolaylıkla yaparsınız.
-Ben yapamam

İlk işiniz dudaklarınızı öne doğru uzatıp, ucuna huni gibi bir boşluk bırakmak ve oradan “uuu” diye tuhaf bir ses çıkarmak olurdu.
-Hayırdır abi, tersine evrime mi sardık?

Aynı anda kollarınızı aşağı doğru sarkıtır, ellerinizi, bileklerinizden içe doğru kıvırır, hafif kambur şekilde sıçrayarak yürümeye başlarsınız.
-Önce bunu yapıp sonra ses çıkarınca olmuyor mu?

Klasik maymun klişesi budur.
-Maymun klişesi ne yaaa, maymun taklidi, davranışı filan de bari

Aynı şekilde, köpek veya kedi taklidi yapmak da insana kolay gelir.
-Biraz da insan taklidi yapsan?

* * *

Şimdi lütfen yandaki fotoğrafa iyice bakın.
-Bakıyoruz


Anneyi hafif yandan görüyoruz.
-Hafif mi? fotoğrafın dörtte üçü anne zaten

Gözleri yavrusunun üzerinde.
-Yok artık

Bakışlarını göremiyoruz ama biliyoruz ki, o bakışlarda ya şefkat var, ya sevgi.
-Bak seeen, Eeee?

Muhtemelen her ikisi.
-Haddi canım!

Sol kolunu yavrusunu göğsüne bastıracak şekilde dolamış.
-Ya ben onu sağ bacağı sandıydım bak

Parmakları, ET’nin ışıklı işaretparmağı gibi, ihtimamın somut işareti haline dönüşmüş.
-Neyin somutuna, işaretine?

Yavrusuna o ihtimamla dokunuyor.
-E görüyoruz

Ve geliyoruz, en güzel, en net gördüğümüz şeye.
Ana kucağındaki bir yavrunun bakışlarına.
-Allahım ya rabbim ya

Ne bakışıdır bu? “Maymun bakışı mı.”
-Nolur bi daha fotoğraf analizi yapma

Böylesine alelade bir sıfatla geçiştirilecek kadar basit değil.
Benim gibi yapın, biraz daha dikkatle bakın.
-Beceremiyosun yani, kasmanın alemi yok

Eminim siz de o bakışlarda en az 4-5 ayrı mana keşfedeceksiniz.
Huzur, güven, sükûnet, sevgi...
-Nerde biz de o derinlik yaaa

Hazırsak, dönelim baştaki soruya.
-Hazırız, dön!

Maymun taklidi yapmak kolay mıdır?
-yazdıklarına bakılırsa kolay

Geçin aynanın karşısına, kendinizi seyredin.
Bir maymun musunuz, yoksa maymun mukallidi mi.
-Allahını seversen amacın ne senin?

*****

Bu fotoğrafı geçen cuma günü İngiliz Daily Mail gazetesinde gördüm.
-Len google görsellerden buldum desene şuna

Melbourn Hayvanat Bahçesi’nde çekilmiş.
-Kaynağı da yazar orda

O fotoğraf her gün bana şunu anlatıyor:
-"İnsan ol evlat" diyor olabilir mi?

Bazı şeylerin taklidi yapılamaz.
-Doğru. Mesela sen hâlâ görgüsüz Ertuğrul'sun.

Hayatta, dünyanın en büyük aktörlerinin bile çaresiz, noksan kaldığı estantaneler vardır.
-Kesinlikle, bi baksana aynaya

* * *

Taklidi yapılamayacak olan o dalgın bakışlar neden ve nereye bakıyor?
-Sence?

Önce; insan düşünen hayvandır tezini çürütmek için bakıyor.
-İnsan düşünmeyen bir hayvan mı?

O bakış, biliyor ki, anne şefkatinin karşılığı olarak verilebilecek tek şey sevgidir.
-Abi nereye bağlayacaksın bunu?

Anneye, “Senin kollarında kendimi güvende hissediyorum” duygusunu vermektir.
-Tamam verdi diyelim, eee?

O olağanüstü an’da, artık ne annenin istediği başka bir şey vardır; ne de o yavrunun annesine verebileceği başka bir şey.
-Hooffff, bunun düşünen hayvanla filan ne alakası var?

Anne kucağındaki sosyal anın başka sosyal ticareti yoktur...
-Sosyal an? O ne ya?

O duygunun muhasipleşmesi de yoktur.
-Ya sen ne anlarsın muhasipleşmeden

“Al bunu ver şunu” hesabına gelmez o harikulade an.
-Ertooo istikamet nere?

Hesaba gelmediği, aritmetiği, hendesesi olmadığı, muhasipleşmeyi kabul etmediği için, taklidi de yoktur.
-Cinnet sebebisin var ya, yeminlen bak

İşte o yüzden “köpek bakışı” diye harikulade bir bakış vardır.
Kedi bakışı, eşek bakışı vardır.
-Bir de Ertuğrul Özkök bakışı var.
Böyle kemik çerçeveli gözlüklerden, karnında gaz sıkışması varmış gibi.

Ceylan gözü ve bakışı vardır.
Çünkü o gözlerin arkasında riya diye bir duygu yoktur.
-Valla orası uzmanlık alanın

Adam satmak, vefasızlık bilmez o bakışlar.
-Allah şahit vefalı adamsın, sahiplerini hiç yarı yolda bırakmadın

* * *

Şimdi söyleyin, hangi hakaret dolu, müptezel bir köşe yazısı bu fotoğraftaki bakışların manasını hissedebilir?
-Ha şöyle sadede gel, uzattıkça uzatıyorsun

Kendisiyle hayatının hiçbir anında muhasipleşememiş; hesap vereceği üç-beş santimetrekare vicdancığı bile kalmamış, olamamış
-Varsa üç-beş santim borç versene be hacı, yap bi kıyak

Hangi güya insan ruhu bu bakışa bakabilir?
-Sözde insan yazacaktın vazgeçtim di miiii?

Bakamaz.
-Sen bakıver güzelim onların yerine de ya, yap bi güzellik

Çünkü onun insiyakı da çok iyi bildiği bir şeye ayarlıdır.
-Neye ayarlı?

Bilir ki, bir bakarsa, o bakışın altında ezilip, telef olacak.
-Baba herkes sen değil ki

O nedenle, bugüne kadar kimse, onların böyle harikulade bir fotoğrafını çekememiştir.
-Perihan Mağden'e verebileceğin en iyi cevap bu salakça kurgu mu yani?

Çünkü o estantaneleri yoktur...
-Ya sen ne kadan yeteneksiz bi adammışsın.


İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18082730.asp?yazarid=10&gid=61

21 Haziran 2011 Salı

Helalleşme

Mezarlığın kapısındaki çiçekçiden iki kırmızı gül alırken son 48 saatimi düşündüm.
-Hafızan daha öncesine geçemiyor mu?

Londra'da Barcelona-Manchester United maçını seyretmiştim.
-Eeee skor ne?

Eurostar hızlı treniyle Manş Denizi'nin altından geçerken, iPod'umda en sevdiğim müzikleri dinlemiştim.
-Anladık ipod da yapmışız.

Kim bilir kaçıncı defa Dante okuyordum.
-E-book'un da vardır senin

Arkamda uzunca bir hayat vardı ve kendimle hesaplaşıyordum.
-İpod'ta ofis programları yoktu di mi? İpad'le mi karıştırdım yoksa?

Hesabını verdiklerim vardı, veremediklerim de...
-Yani hesap kabarık, ihtiyacın olur diye....

Bir gün sonra o mezarlığa gidecektim ve kararımı işte orada, Manş Denizi'nin altında verdim...
-Ne mezarlığı len?

Üç hafta önce pazartesi günüydü.
Yıllarca yaşadığım Paris'i hiç bu kadar güzel görmemiştim.
-Yine başladın görgüsüzlüğe yaaa, bilmeyen de seni Napolyon'un torunu zanneder.

TRT Türk kanalı Edith Piaf'ın şehrini anlatan bir programın sunucusu olmamı istemişti.
-Kanalın kendisi mi yoksa yapımcı şirket filan mı?

Programın bir bölümü Pere Lachaise mezarlığında, onun mezarının başında çekilecekti..
-E hani sen karar vermiştin? Programın parçasıymış işte

Çekim için izin alınması gerekiyordu.
Programın yapımcısı Serhat Akinan'ı aradım ve “Ahmet Kaya'nın mezarına da gidelim” dedim.
-La bari mezarında rahat ver

Şaşırdı, biraz sustu ve konuştu:
“Çok iyi yaparsınız...”
-İyi halt etmiş

*****

MEZARIN ÜZERİNDE KOCASININ SOYADI

Ana kapıdan girdiğimizde ilk karşılaştığımız mezarlar, gençlik yıllarımda adlarını ve hayatlarını ezbere bildiğim efsanevi sosyalist ve komünist liderlerinkilerdi.
-Rasim Ozan Kütahyalı gibi gıdım kadar bilginle hava yapıyosun ya

Waldeck Rochet, Maurice Thorez, Georges Marchais...
-Heee, ben de isim sayarım

Biraz ilerde Almanca konuşan 6-7 genç önümüzü kesti ve “Edith Piaf'ın mezarı neresi” diye sordu.
-Uzat abicim uzat, bu yazı tam sayfa çıktı di mi?

“Biz de oraya gidiyoruz, bizi takip edin” dedik.
-İnsan tanımadan etmeden kimlere neler sorabilyor ya

Biraz sonra Edith Piaf'ın mezarının karşısındayız.
Mütevazı sayılabilecek bir mezar.
Yanında babası ve son kocası Theo Sarapo yatıyor.
-Allah rahmet etsin

Edith Piaf'ın soyadı da Sarapo olarak yazılmış.
Kırmızı güllerden birini onun mezarının üzerine bırakıyorum.
Yves Montand'a olan aşkını anlattığı ‘La Vie en Rose' şarkısını mırıldanıyorum.
“Beni kollarına alınca, dünyayı tozpembe görüyorum.”
-Piiiyyy bi sus sus, rahatsız etme insanları

Bir kadının, erkeğine verebileceği en büyük haz bu olmalı diye düşünüyorum.
Tabii buraya kadar gelmişken Jim Morrison'un mezarına gitmemek olmaz.
-O kim la?

Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.
-Geleceğini haber almışlar demeeeek

Ama takan kimse yok.
Hepimiz engelleri aşıp, mezara gidiyoruz.

****

SIRF ONUN İÇİN CEKET GİYDİM, KRAVAT TAKTIM

Ahmet Kaya ile kaç kere karşılaştık hatırlamıyorum. Belki bir, belki iki.
-Esas mavzuya geliyoruz nihayet.

Şarkılarını çok seviyordum.
‘Saza Niye Gelmedin'i hâlâ dinliyor ve doyamıyorum.
-"Azıcık efendi ol bırak elinden o sazı" diye bir şarkısı da var biliyon mu?

Sonra aramıza o tatsız manşet girdi.
-Tatsız mı? Lan dingil, Şerefsiz dedin lan adama

Ahmet Kaya, bir daha Türkiye'ye dönmedi.
-Dönemedi olum, dö-ne-me-di

Karşı karşıya gelseydik, belki birbirimize söyleyecek sözümüz olabilirdi.
Olmadı.
-Adamı kahrından öldürmeseydiniz iki çift lafı olurdu

Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım.
-Canım yaaa, parfüm bile sıkmışsındır

Eminim, yaşasaydı, “Bu façaya ne gerek var” derdi.
İçimden öyle geldi.
-Hay façanı köpekler kovalasın senin

Pere Lachaise'in öteki mezarlarıyla karşılaştırıldığında onunki de çok mütevazı bir mezar.
-Beğendin yani?

Beyaz taştan yapılmış.
Üzerinde kabartma bir portresi var.
Altında Ahmet Kaya yazıyor.
Başında kimse yoktu ama epey çiçek vardı.
Ayak ucunda “Elveda sevgili ülkem” yazıyordu.
-Nasıl, gurur duydun mu esere olan katkınla?

O cümleyi görünce çok hüzünlendim.
-Ah hüzünlenmiş paşam

Ne kadar kızsa da, ne kadar haksızlığa uğrasa da, herkes ülkesini seviyor.
-Evet, içinde senin gibi adamlar olsa da...

Aynı hüznü, Berlin'de birlikte konsere gittiğim Oray Eğin'in gözlerinde gördüm.
-Ah yavruuum, harap oldu sürgünlerde

Sürgün kötü bir duygu.
-Sorma yaaa, Oray'ın da kalbine inecek diye korkuyorum valla

*****

HELALLEŞMEK İSTEDİM AMA ARTIK MÜMKÜN DEĞİLDİ

Kapıda aldığım gülü, mezarın baş tarafına koydum.
-Eminim yazdığından daha soğukkanlıydın

Bildiğim iki dua var. Onları okudum.
-Allah kabul etmesin

Ve onunla konuştum.
-Ne dedin?

Ne söylediğimi hayatım boyunca kimseye anlatmayacağım.
-"Kusura bakma yaa, nabıcan öyle olması gerekiyordu, oldu" dememişsen adam değilim

Söylenmesi gereken her şeyi söyledim.
-Niye manşetten linç ettiğine kadar?

Helalleşmek istedim ama artık mümkün değildi.
-Ya salak mısın sen?

Benim helal edilecek fazla hakkım yoktu.
Onun hakkını helal etmesini isterdim ama artık çok geçti.
-Ömür boyu vebaliyle dolaşasın inşallah

İçimdeki duygu neydi? Suçluluk mu?
Hayır...
-Valla bugün yine olsa yine aynı şeyleri yaparsın, biliriz
Günah falan çıkarmak gibi bir amacım da yoktu.
-Nerenden çıkaracaksın abicim o kadar günahı

Çünkü, “Bilerek kötülük” benim lügatımda yazmıyor.
-Safa yatıp kötülük yapmak en iyisi hacı, boş ver

Bilmeyerek olanı derseniz, vardır elbet.
-O da kesin iyi niyetindendir

Taşlanacaksam eğer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın.
-Memlekette herkes gazeteci ya

Benim duygularım böyleydi ama onun içinde başka duygular olabilir.
-Çok temiz bir kalbin var biliyo musuuun

Keşke, diyorum, keşke, bu konuşmayı, o yaşarken yapabilseydim...
-Nabıcan abi, hayat işte, tuhaf filan yani...

******

AYRILIRKEN EDITH PIAF'IN ŞARKISINI MIRILDANIYORDUM

Bir arkadaşım, “Yeminli düşmanların şimdi bunu da yanlış anlarlar” dedi.
-Vicdan fişini çoktan çekmiş onlar bitanem, ne bakıyosun?

“Hiç umurumda değil. Nasılsa bir gün anlarlar” dedim.
-Yok, anlamazlar onlar, anlayamazlar seni

Mezarın kapısından çıkarken kulaklarımda Edith Piaf'ın o harika şarkısı vardı.
‘Je ne regrette rien'
Hayır, hiçbir şeye pişman değilim...”
-Afferin sana, böyle devam et

Hayat bana çok bonkör davrandı.
-Hem de ne bonkör, istediğine hayat verdin, istediğinin canını aldın

Çok şükrettim.
-Daha fazla et

Geriye baktığımda görüyorum ki; bazı insanlara hoyrat davranmışım.
-Olur böyle şeyler ya, takma kafana

Pişman mıyım?
Geri çevrilmesi mümkün olmayan şeylere pişman olmak neye yarar ki...
-O yüzden en iyisi pişman olmamak, olsan nolucak yaaa

“Üzgün müsün” diye sorarsanız; evet, çok üzgünüm.
-Ölenle ölünmüyor be hacı, üzme kendini

Aklımda hep Behçet Necatigil'in şiiri çınlıyor:
“Bekler bazı şiirler, bazı yaşları...”
-Alıntı kotanı doldurmuştun ama neyse

Demek ki, “Beklermiş bazı üzüntüler, bazı yaşları...”
Ben artık, işte o yaştayım.
-Korkma canım, azrail bile sana yanaşmaktan imtina eder, daha çoook buralardasın


İlgili Yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=18063068&yazarid=10&tarih=2011-06-19

2 Mart 2011 Çarşamba

Bir tek Silivri orada yoktu

ŞİMDİ o söz, oraya yakıştı mı?
Caminin avlusunda herkes var.
-Sen hariç
Neredeyse bütün Türkiye, musalla taşının önünde saygı duruşunda bulunuyor.
-Zoruna mı gitti?
Siyasi İslam orada.
-Tercümeye başlayalım; AKP, Saadet ve Has Parti.
Ama solcu siyaset de orada.
-Bu da eski-yeni CHP’liler oluyor galiba
Milliyetçi Türk’ü orada.
-Hmm, bu da Devlet Bahçeli
Ama Kürtçü siyaseti de orada.
-Sırrı Sakık’la Akın Birdal’ı da gördüydüm.
Merkez siyaset orada, ama marjinal sağ ve sol da orada.
-Askerler, Haydar Baş tamam da buradaki sol kim?
Gül, Erdoğan, Çiller, Baykal orada...
-La yoksa Gül, Erdoğan merkez, Çiller marjinal sağ, Baykal da marjinal sol mu?
Hepsini anladım.
-Ben anlamadım, kafam karıştı.
Peki asker neden orada?
-Yaaa, dedim ya bi sen yoktun diye
Yani 28 Şubat’ta Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştıran siyasi dalganın en önemli aktörlerinden biri olan ordu, neden bu kadar yüksek düzeyde cenazeye katıldı?
-Dünya böyle işte. Sana manşetleri attırdılar, kendileri cenazeye koştular.
Muhtemel cevaplar şunlar olabilir:
-Olan sana oldu canım, bırak artık kendi kendine cevap bulmayı
“Bakın biz artık eski ordu değiliz” demek için.
-Atı alan Üsküdar’ı geçti Ertooo
Yani alelade bir “halkla ilişkiler”, imaj düzeltme operasyonu...
-Aman ya rabbi, ya değilse?
Sanmıyorum.
-Nedir peki?
Ben bu sorunun cevabını, Ezgi Başaran’ın Radikal’de Erbakan’la yaptığı mülakatta okumuştum.
-Kendin sorup kendin cevaplıyorsun nasılsa
Erbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı hep dikkatli bir tutum içindeydi.
-Ama senin eline su dökemez tabi
O mülakat, hepimiz açısından derslerle dolu bir “tecrübenin”, bir “insafın”, bir “vicdanın” ifadesiydi.
-Ders, tecrübe, insaf, vicdan sözcüklerini aynı cümlede bu şekilde kullanabilmene hayranım
Şu cümlelerde, bütün kırgınlığına rağmen, askerine karşı insaflı, vicdan sahibi bir devlet adamını okumuştum.
-Offf, yine geldik aynı ve esas mevzuya
Ezgi Başaran soruyor:
“Balyoz Davası’ndan 196 subayın yargılanmasını nasıl buluyorsunuz?”
-Abi yatıyorsun asker, kalkıyorsun asker. Bir doktora görün artık.
Erbakan’ın cevabı:
“O subayları hapse koymaktan daha güzel olan onları eğitmek olurdu. Asker ayrı, cunta ayrıdır. (Onlar) Vatan için canını verir, gözyaşı döker.”
-Budur
Vicdan, adalet duygusu; insanların hayatlarında yapabileceği en büyük yatırım.
-E sen hisse fukarasının tekisin o zaman.
Ben bunu ilk defa rahmetli Yavuz Gökmen’in cenazesinde görmüştüm.
-Nasıl?
28 Şubat sürecinde Yavuz’u yerden yere vuruyorlardı.
-Niye ki, senin koroda mı yer almıştı?
Yavuz gerçekten vicdan sahibi bir insandı.
-O zaman iktidarı devirenlerin karşısında olmuştur.
Solcu olarak 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün acılarını çekmişti. Ama kin tutmayan, acılarını şahsi bir intikam duygusu haline getirmeyen bir insandı.
-Bütün kriterlerin postalmetreye bağlanmış yahu
Cenazesinde en sağından en soluna, en laiğinden en dincisine kadar herkes saf tutmuştu.
-Kürtçüleri, marjinal sağ-solu ve merkezi unuttun
Arkadaşlarım bana soruyor.
“Neden Erbakan’la ilgili hiçbir şey yazmıyorsun?”
-Daha ne kadar yazacaksın?
Cevabım basit.
Erbakan’ı tanımıyorum.
-Arşivinden kork, tanımıyorum dediğin adamla ilgili gazetende ne haberler çıktı
Onunla ne gazeteci ne başka sıfatla ilişkim oldu.
-Kendisine hiç hükümet kurma görevi de vermemiştin di mi?
Bir kere Başbakanlık Konutu’nda, Aydın Bey ve bizlere yemek verdi.
-Aydın bey ve gazetecilerine mi?
Bir kere de başbakanken, Hürriyet yazarlarıyla bir araya gelmek için randevulaştık.
-Hey gidi günler hey, o zamanlar ne fiyakan vardı
Son dakikada “Oktay Ekşi’yi getirmeyin” dediler.
-Hahaha, niye onun başı kel mi?
Ben, “O zaman biz de gelmiyoruz” dedim. Randevuyu iptal ettik.
-Afferin sana, anca beraber kanca beraber. Sen de yazarlığı bırakıp CHP’ye geçsene.
Onu tam olarak tanımadım.
-Ama tanımadan atıp tuttuuun
Ama yıllar, dışarıdan da olsa, bana onun çok önemli bir özelliğini öğretti.
-Konu yine mehmetçiğe geliyor
Kin tutmamayı, intikam duygusu taşımamayı, vicdan denen insanlık karakterini ayaklar altına almamayı...
-Tercüme edeyim: Ergenekon’la, Balyoz’la Kafes’le uğraşmamayı…
Evet, nehrin kenarında otururken, onun bu özelliklerini tanıdım.
-Tamam da hacı, buradan sana ekmek çıkmaz.
Bugün yapılan vicdansızlıkları gördükçe,
-Ah Silivri ah
İntikam tamtamlarının kulakları sağır eden gürültüsünü her gün dinledikçe,
-Bir gün kalbine inecek diye korkuyorum
Erbakan’ın bu özelliği gözümde daha da büyüdü.
-Yaaa, bilemediniz adamın kıymetini
Cenazeler, hepimizin gerçek tıynetini, gerçek değerini en iyi gösteren törenler.
-Kesinlikle
Rahmetli Yavuz Gökmen sağlığında yerden yere vuruluyordu.
Cenazesi o kişilere Yavuz’un kim olduğunu öğretti.
-Muhabbet bitsin ben de bakiyim biraz, öğrenmişler mi?
Rahmetli Turgut Özal’a edilmedik hakaret, yapılmadık haksızlık kalmamıştı.
-Seveni daha çoktu diye hatırlıyorum
Cenazesi onun halkın gözündeki gerçek yerin gösterdi.
-Evet o da çok kalabalıkmış
Ben her ikisinin de sağlığında kıymetini biliyordum.
-Allah bilir ikisinin de cenazesine gitmemişsindir.
Erbakan’ınkini ise ne yazık ki ancak son zamanlarda fark ettim.
-Ergenekon davası olmasa hiç fark etmeyebilirdin valla, şükret.
Siyasetiyle hiçbir zaman mutabık olmadım.
-Canım, onların seninle mutabık olmaları gerekiyordu, senin değil.
Vicdanı ile mutabıkım.
-Olmadığında da silahsız kuvvet olup yolluyordun
Ve hayat bana, siyasi görüş ayrılıklarının hiçbir öneminin olmadığını, ama “vicdan” denilen şeyin ise ne kadar hayati bir insani değer olduğunu öğretti.
-Dur daha neler öğreneceksin, hele ressam adamın da yargılansın
Bu cenaze bana, insanın tabutuna konacak en anlamlı çelengin geriye bıraktığı “vicdan mirası” olduğunu gösterdi.
-Vicdan’ı Silivri’de bir koğuş adına çevirdin be abicim.
O cenazeye yakışmayan tek şey, Fatih Erbakan’ın konuşmasındaki “cihat” kelimesiydi.
-Hacı adam Mücahit’ti.
O kelime, kulağımda hoş bir seda olarak kalmadı.
-Valla senin kulağının hiçbir önemi kalmadı artık, işine gelirse
Son söz:
-Yani zurnanın zırt dediği, bütün yazıyı bağlayacağı yer oluyor burası
Dünkü cenazede bir tek Silivri yoktu.
-Vardı vardı, Ergenekon’un avukatı da vardı, Oda Tv’den güzelleme yapan da.
Eminim, izin verilseydi, oradan da cenazeye katılacak epey insan olurdu.
-Ama sen olmadan yine bir eksik olurlardı

10 Şubat 2011 Perşembe

Deve üstündekiler bizden değil

Televizyonun karşısında oturuyorum ve kendimi bir Almanın yerine koymaya çalışıyorum.
-Bi tane de becks bira açıver ambians olsun

Kahire’nin Tahrir meydanında iki gurup savaşıyor.
-Bir grup saldırıyor, bir grup kendini koruyor canım, doğru anlat.

Bir taraf 1000 kişi, öteki taraf ise 1500.
-Yavrucum, Almanlar El Cezire izliyorlarsa rezil olursun bak, karıştırma rakamları.

Önce bir taraf ötekini meydandan püskürtüyor.
-Onlar günlerdir sokakta yatıp kalkan, ara ara sayıları milyonu geçenler

Sonra öteki taraf birincileri meydanın kenarına itiyor.
-Onlar da Mübarek’in paralı köpekleri

Bütün televizyonlar canlı yayınlıyor.
-Bütün televizyonlar El Cezire’nin canlı yayınından yararlanıyor desen daha doğru olmaz mı?

Sık sık alt yazı geçiyor: “Mısır’da iç savaş.”
-Hangi kanal o, ben niye görmedim? Benim gördüklerimde Demokratik haklar, protestolar, birbirlerini koruyan hristiyanlarla müslümanlar da vardı.

Bir tarafta Mısır’da demokrasi isteyenler.
-Yani senin bin beş yüz gördüğün milyonlar

Öteki tarafta 30 yıldır devlet başkanlığı koltuğunda oturan Hüsnü Mübarek’in taraftarları.
-Yani kafan bin beş yüz olduğu için onları da bin olarak gördüğün o paralı köpekler

Kendimi bir Alman yerine koyuyorum ve anlamaya çalışıyorum.
-Nasıl bir Alman? Sosyal demokrat, muhafazkar, sosyalist?

Biz “Batılı demokratik dünya”, “demokrasi isteyenlerin” yanında yer alıyoruz.
-Biz derken hacı?

Ama bir problem var.
-Bence de var, biz derken kimi kast ediyorsun?

Tahrir meydanındaki savaşta kim kazanıyor nasıl anlayacağız?
-Çok basit, Tahrir’i dolduran milyonlar.
İbadet ederken hristiyanları koruyan müslümanlarla,
müslümanları koruyan hristiyanlar kazanıyor.

İki tarafın da kılık kıyafeti aynı.
-Sıcak memleket abi, bi taraf kürkle mi dolaşsın yani?

Sayıları aşağı yukarı aynı.
-Senin gözlüklerin numara uçmuş, benden söylemesi...

Öyleyse “bizim tarafı” nasıl ayıracağız?
-Söyle bakalım, Nasıl?

Çok basit. Deve’den…
-Hay aklınla bin yaşa yaaa, tabi ki pankartlardan, sloganlardan olacak değil ya.

Çarpışan kalabalığa bakın:
-Evet, bakıyoruz

Deve üzerinde gelenler “Hüsnü Mübarek taraftarı”.
-Binlik taraf mı? E o kadar deve yok?

Yani onlar demokrasi istemiyor.
-Alla alla, Hürriyet’te böyle demiyordun ama?

Devesiz olanlar ise Hüsnü Mübarek’e karşı olanlar. Yani onlar “bizden”…
-Hâlâ çözemedim sizin kim olduğunuzu?

Şimdi Alman şapkamı çıkarıp, yine Türk şapkamı giyiyorum.
-Ne hızlı adamsın ya, bukalemun gibi maşallah

Türkiye 88 yıldır cumhuriyet rejimi ile yönetiliyor.
-Tek parti, darbeler neler sığdırmadı ki bu 88 yıla.

Askeri darbeler olsa da, 60 yıldır işleyen çok partili bir demokrasimiz var.
-Darbelerin demokrasiye katkılarını da yazar da siz bizim özel koşullarımızdan anlamazsınız diye girmiyor bu tür mevzulara.

Mısır halkına da, Almanya’daki, Türkiye’deki gibi işleyen bir demokrasi diliyorum.
-Yalnız Almanya’yla Türkiye arasında himalayalar var, hangisi?

Anlayacağınız; Türk olarak da Alman olarak da ben “devesizlerden” yanayım.
-Sen de Almanlara şapır şupur, Hürriyet’te Mübarek’e şükür.


İlgili yazı: http://www.bild.de/BILD/politik/2011/02/07/ertugrul-oezkoek/hg-tuerkisch/tuerkischer-journalist-schreibt-in-bild.html

5 Şubat 2011 Cumartesi

Camide başlayan cicim ayları

RADİKAL Gazetesi’ndeki arkadaşlar söyledi.
-Radikal’de okudum de ki gazetelerine baktığını bilsinler bari, ayıp!

Dün gazetenin internet sitesinde en çok okunan yazı, Amr Şalakani’nin, “Mısır’dan Özkök’e yanıt” başlıklı yazısı olmuş.
-Sana cevap mı vermiş?

Çok sevindim.
-E sevinirsin tabi, adam yerine koymuşlar işte

Çünkü Amr Şalakani, bir yandan bize oradaki hareketi anlatıyor, bir yandan da tartışmayı sürdürüyor.
-Seni tanımadığındandır o.

Önce seviyeli cevabı nedeniyle kendisine bütün kalbimle teşekkür ediyorum.
-Garibim ya, kimse doğru dürüst cevap yazmıyor sana artık di mi?

Demek ki onlar Türkiye modelini örnek alırken, bizim de onlardan alınabilecek bir tartışma modelimiz varmış.
-Ne güzel ana fikrimizi de çıkardık hemen

İkinci olarak kendisine şu samimi duygularımı iletmek isterim.
-Buyur

Kalbim, onlarla birliktedir.
-Kimlerle abi? Çok kararsız görünüyordun dün?

Şimdi gelelim, bu tartışmanın ikinci turuna...
-Eline fırsat geçti ya hemen turu bindir adama

* * *

Mısırlı arkadaşımız verdiği cevapta şöyle çok ilginç bir yorum yapıyor:
-Bu arkadaşımız neci, mektup arkadaşımız mı? Bi tanıtsan adamı?

“Cami, Türkiye’de başka, Mısır’da başkadır.
Türkiye’de çok politikleşmiş, sosyal hayattan kopmuş, koptukça da biraz ciddileşmiş bir cami kültürü var.
Burada öyle değil. İnsanlar camilerde takılır.
Namaz kılmadan da takılır bazen. Daha bir hayatın içindedir.”
-Ne var yani, biz de takılıyoruz. Daha geçen gün gezdim Süleymaniye’yi

Medine’de ve Kudüs’te camilerde yan gelip yatmış, gazete okuyan, sohbet eden, hatta sigara içen insanlar görmüş ve şaşırmıştım.
-Demek ki Üsküdar’da Mihrimah Sultan camisini görsen küçük dilini yutarsın.

Ama Şalakani’nin yazısındaki şu cümle beni yine de şaşırttı:
“Türkiye’deki camiler çok politikleşmiştir...”
-Niye şaşırtıyor abicim?

Demek ki, Türkiye’deki camiler “Dışarıdan” böyle algılanıyor.
-Kuzum namaz kılanın fişlendiği bir memleketimiz var, napalım?

Peki o zaman ben “Camiden kalkan demokrasi treninin son durağının neresi olacağını bilemiyorum” derken haksız mı oluyorum?
-Kimin treni, Mısır’ın mı?

O yazımla ilgili Türkiye’de çıkan eleştirilerin üslubu daha sertti.
-Milletin gözüne baka baka çarpıtma yapıp sinirlerini zıplatıyorsun, ne yapsınlar?

“Haber Türk” Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca, söylediklerimi,
“insanların ibadetlerine sahicilik testi uyguladığım” şeklinde yorumlayarak, böyle bir şeye nasıl “cüretettiğimi” sorguluyor.
-Cürretkarlığın konusunda şüphem yok da burada test var mı bilemedim.

Hangi konuda olursa olsun kimseye “sahicilik testi uygulamak” haddime düşmez.
-Senin haddinin hesabını biliyoruz canım, geç bunları.

Ama müsaade edin de aklımdaki soruyu sormaya cüret edebileyim.
-Hahaha, etmesek içinde tutacaksın yani?

Buna karşılık, Bengisu’nun yazısında da çok ilginç bir nokta var.
“Asıl olan, dinin adalet ve özgürlük arayışları açısından hakiki bir referans kaynağı olmasıdır.
Arızi olan ise, bu arayışlara geçici olarak cevap veren yöneticilerin aynı din üzerinden iktidarlarını meşrulaştırmaya girişmesi ve dini despotluğa alet etmesidir.”
-Eveeet, hadi bağla yazıyı nereye bağlayacaksan

Zaten son zamanlarda, Türkiye’de de “otoriterleşme” konusundaki endişeleri dile getirmiyor muyuz?
-Yukarıda allah var, ayladır yatıp kalkıp bunu yazıyorsun

* * *

Dün, Nuray Mert de Milliyet’teki yazısında İslam’la gelen demokratikleşmenin sapması konusuna değinmiş.
-O da sizin grupta gazete gazete geziyor, sonraki durak Vatan galiba?

“İslamcı siyasetlerin temel sorunu, demokratik bir çerçevede siyasal tartışma ve yarışa katılma anlayışını daimi olarak benimsemek yerine,
bunu iktidar devrinin bir aşaması olarak görmeleridir” diyor.
-Eeee? İktidar olmak istemesinler mi?

Yani Nuray Mert şunu söylüyor:
Siyasi İslam iktidara gelinceye kadar demokrasiyi savunur. Ama iktidarı ele geçirince unutur, despotlaşır.
-Ne güzel anlaşıyorsunuz siz ya, ben çakamadım mevzuyu

Herhalde kafasındaki örnek, Türkiye’de yaşadığımız “otoriterleşme” sorunu.
-Valla ben aranıza girmiyim, öyle diyorsan öyledir.

Ben de bu yüzden “camide başlayan” cicim aylarının ne kadar süreceğini merak ediyorum.
-Cicim ayları işte, ne kadar sürebilir ki?

Mısır uzmanı değilim. İslam uzmanı da değilim.
-Allahtan değilsin, 4 gündür aynı mevzudayız.

Ama siyasal İslam’ın “otoriterleşme” sorununun kendi ülkemde de endişe verici örnekleriyle yaşıyorum.
-Al işte içki yasağı, restoran baskınları, Silivri zulümhanesi...

Yani, bir “sahicilik testi” söz konusu ise, bunu işte tam bu noktada yapmalıyız.
-Sen yapmazsın test mest, öyle dedin ya az önce?

Demokrasi bizim için de, Mısır için de, “nihai bir hedef midir”, yoksa bazılarını, kendi “gideceği yere kadar götüren” bir tren mi?
-Valla o nihai hedefin sana göre neresi olduğuna bağlı.

Ben bu sorunu, Bengisu gibi “arızi” bir şey olarak görmüyorum.
-Aynı sorundan bahsettiğinize emin misin?

O nedenle Mısır, Türkiye’yi örnek alsın ama hazır tartışma başlamışken, biz de şu trenin ikinci, üçüncü ve son istasyonlarını, yani otoriterleşme konusunu açmaya “cüret edebilelim”.
-Canım, zaten aylardır paralıyorsun kendini. Bir şey çıkmıyor işte napalım?

Yani siyasi İslam’ınki “ihtiras tramvayı” mı, yoksa “demokrasi treni mi” konuşalım.
-Hürriyet Treni daha eğlenceli, onu konuşalım.

* * *

Netice olarak, Tahrir Meydanı’ndaki arkadaşımıza, seviyeli cevabı için tekrar teşekkür ediyorum.
-Bir de arkadaşın kim olduğunu öğrensek!

Kafa yapılarımız, geldiğimiz yerler itibariyle baktığımda görüyorum ki, ikimiz de aynı trendeyiz.
-Hacı, ölümlü dünya hepimiz aynı trendeyiz de vagonlar farklı

Umarım, bindiğimiz trenler bizi ve çocuklarımızı daha demokratik, daha özgür, daha çoğulcu, daha hoşgörülü istasyonlara götürüyordur.
-Amin!


İlk taşı atacak günahsız nerede

POSTA Gazetesi yazarı Candaş Tolga Işık’a karşı yürütülen kampanyayı içim burkularak izliyorum.
-Darısı başına bitanem

Oktay Bey’e yapılanı da öyle izlemiştim.
-Yılmaz Özdil’i de öyle izlersin işşallah

Türk basınında bir “recm aşireti” oluştu.
-Ooooh, hayırlı, uğurlu olsun

Pusuda bekliyorlar.
-Canlarım benim

Kızdıkları bir medya grubundan bir meslektaşları hata mı yaptı?
Hep birlikte üzerine çullanıyorlar.
-Afferin onlara

Ülkenin başbakanı, siyasetçisi hatta kendisi istediğine ağzına geleni söylüyor.
-Tabii sen hariç

Etmedik hakaret bırakmıyor.
-Yılmaz Özdil de hariç

Ama bir meslektaşları hata yapınca, hepsi anında cellat kesiliyor.
-Hata bile değil, hatacık diyelim istersen

Nedir bu hoşgörüsüzlük, bu gaddarlık.
-Senden öğrenmiş olmasınlar canım? Andıç, “Vay Şerefsiz” filan ha?

Genç, başarılı, mesleğinde yükselecek bir gazetecinin bir defalık “joker” hakkı yok mu?
-Olmaz mıııı? Okuyuca sorup, telefon hakkını bile kullanabilir

Bir gün sizin de dilinizin sürçebileceğinden, sürçmese de yanlış anlaşılabileceğinizden hiç mi endişe etmiyorsunuz?
-Sen kendine dikkat et de boş ver diğerlerini

Yaptığı ciddi bir hataydı. Özür diledi.
Hem de ağır ve samimi bir pişmanlık duygusuyla özür diledi.
-Hmmm evet, yanlış anlaşıldıysa özür diliyormuş.

Eminim bu hatayı hiçbir zaman unutmaz.
-“Recm aşireti” olmasaydı, sen joker hakkı verir unuttururdun.

Bundan sonrası artık mesleki bir recme girer ki, aramızdan ilk taşı atacak günahsızı bulmamız da zor olur.
-Onu bilmem ama aramızda kalsın en son taşı kimin atacağını iyi biliyorum.

İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16941473.asp?yazarid=10&gid=61

4 Şubat 2011 Cuma

Ya o deve neyi temsil ediyor

TAHRİR Meydanı’nda çekilen fotoğraflara bakıyorum.
-Amaaan, madonna fotoğraflarına baksana ne işin var Mısır'la?

Devenin üzerinde bir adam.
-Henry Ford’un kemikleri sızlıyordur, deve mi kaldı bu çağda?

Sanki, “Lawrence of Arabia” filminden fırlayıp gelmiş.
-Uzun süredir sinema bilgini dökmüyordun farkında mısın?
Gelmemiş de sanki o yıllarda kalmış.
-Hangi yılda geciyor film?
Yanında at üstünde birisi, meydanda cirit atıyor.
-Sorma Erzurum’daki olimpiyat açılışında da vardı o ciritçiler yaaa

Aklım karışıyor.
-Ay benim de karıştı, farklı ciritlerden bahsediyoruz galiba?

“Ya hangi yıldayız” diye bir ses geliyor içimden.
-2011 abicim, neyin var?

İster istemez, meydandakilerin kılık kıyafetine, façasına bakıyorum.
-Iyyy uzun sakallı, kirli, kıllı, göbekli, yalın ayak Araplar işte nolcak?
Bizdeki mitinglerin, ne bileyim, mesela Cumhuriyet mitinglerinin fotoğraflarını yanına koyuyorum.
-Ne cüret ya, nasıl cumhuriyet kadını ve gencini Allahın arabıyla yan yana koyarsın?

1 Mayıs gösterilerinde çekilenlere bakıyorum...
-Solcu aydınlarımızla da karşılaştırma lütfen
İkisinde de Müslüman nüfus çoğunlukta.
-Rica ediyorum bunların müslümanlığıyle bizimkini yan yana koyma.
Ama aralarında dağ kadar fark var.
-Himalayalar var!
* * *

Ne farkıdır bu diye soruyorum.
-Cok basit, onlar Arap! Kirli, köktendinci…
Tabii ki yoksulluk. Bir tarafta 2 dolarla geçinen insanlar.
-Ay eveeet bir de fakirler
Sadece yoksulluk farkı diyebilir misiniz?
-Zenginleri de var ama çok görgüsüzler, hıh!
Kültür farkı, zihniyet farkı, hayat tarzı farkı...
Var, hepsi var...
-Ya oralarda bir Nişantaşı, Bağdat caddesi, Etiler, Alsancak var mı?
Türkiye başka, çok başka bir yerde.
-Aynen öyle

İçimden yine o ses yükseliyor.
-Senin iç sesin de hiç durmuyor yani
“İyi ki” diyor. “İyi ki ülkem başka, bambaşka bir yerde...”
-Çok şükür atalarımıza, milli ve ebedi şeflerimize
Televizyonlarda her saniye altyazıları geçiyor.
“Mısır’da iç çatışma...”
-Aman, "yesinler birbirlerini"
Allah Allah; bir tarafta bin kişi, öteki tarafta bin beşyüz...
-Gündüz izledin di mi, Tahrir meydanı öyle söylemıyordu?
Neredeyse dün Ankara’da Meclis’e yürüyenlerden bile tenha...
-Anladııım, sen Mısır'ın devlet kanalını izliyorsun.
Önce, biri ötekini püskürtüyor, sonra öteki berikini...
-E sonuc?
İster istemez kafam karışıyor: “Halkın iradesini” hangi taraf temsil ediyor...
-Valla Mübarek için diktatör filan diyorlar ama sen daha iyi bilirsin
Binlik mi, yoksa bin beş yüzlük taraf mı?
-Yeme bizi olum ya , bari gözümüzle gördüğümüzü çarpıtma.

* * *
Yorumlara bakıyorum; neredeyse bütün dünya birleşmiş.
Hepimiz Mübarek’e karşıyız.
-Sen de mi karşısın? E hiç belli etmiyorsun?
Çünkü “zamanın ruhu” bize şunu emrediyor:
“Nerede, hangi ülkede bir diktatör varsa, tek adam despotluğu, diktatörlük hevesi varsa, nerede bir iktidar hür basını susturmaya,
muhalefeti yok etmeye çalışıyorsa, eline bir demet yasemen al; despotun karşısına dikil.”
-Ertuğrulcum ruhlar aleminden bildiriyor :)

* * *

Heyhat; şu sersem kafam var ya; yine de basmıyor; içimdeki o hınzır, her an şeytanın avukatlığına teşne.
-Hadi dökül dökül, çıkar ağzındaki baklayı
Mısır’ın nüfusuna bakıyorum, 80 milyon.
-Eeee?

Meydanda bin, bilemedin bin beşyüz kişi.
-Bin beşyüzde takıldın sen
E, ötekiler nerede?
“Vekaletname yoluyla” demokratik devrim mi yapılıyor?
-Valla1 haftadır sokaktalar, sağlam vekaletnameymiş.
İki taraf da birbirine benziyor, sayıları birbirine eşit.
-Takıldı mı böyle oluyor işte, kusuruna bakmayın.
Nasıl ayıracağız: “Develi adamlar” devesizleri kovarsa, diktatör kazanmış olacak.
-Develiler Mübarek’in adamları olduğuna göre?
Devesizler develileri kovarsa, “halkın iradesi”...
-Aynen öyle canım
Hepsi birbirine karışıyor.
-Kim birbirine karıştı, ne diyorsun ya?
Ben kararsızım, ama içimdeki hergelenin zerre kadar şüphesi yok.
-Nihayet sadede geliyorsun
“İyi ki” diye haykırıyor avaz avaz.
“İyi ki 80 yıllık bir Cumhuriyetimiz, 60 yıllık bir çok partili hayatımız var.”
“İyi ki; 200 yıl önce yüzümüzü Batı’ya çevirmişiz; iyi ki bir Avrupa Birliği idealimiz var.”
-Ay tamam erto ya, iki gündür üstünü başını yırtıyorsun. Yeter.

* * *

Ve en önemlisi; iyi ki 60 yıllık bir sandığımız var.
-Darbelenmekten bi hal oldu zavallıya ama olsun.
İyi ki 5 milyonluk Cumhuriyet mitingleri bile bizim için, sadece ve sadece“memnuniyetsizliğin” ifadesi anlamına geliyor.
-Hey gidi günler hey
Düşünebiliyor musunuz, ya bizim de bir diktatörümüz, ne bileyim bir despotumuz olsaydı.
-Yok mu?
Maazallah dün Meclis önündeki çatışmaları bütün dünya canlı yayında seyreder ve altyazılarda okurduk: “Türkiye’de iç çatışma...”
-El Cezire baksa türlü yazardı ama neyse.
* * *
Ama yazamazlar.
-Neyi yazamazlar? Niye dellendin yine?
Çünkü bizim 60 yıllık sandığımız var. Her defasında hesap orada görülüyor.
-Görülmediğinde göz bebeğimiz, ordumuz sağ olsun.

O nedenle, Cumhuriyetimizi kuran büyük Atatürk’ü ve 60 yıldır o sandığı şerefle taşıyarakbugüne getiren İnönü’yü,
Demirel’i, Ecevit’i, Özal’ı, Türkeş’i, Erbakan’ı ve tabii ki; bugünkü bütün liderlerimizi saygıyla selamlıyorum.
-Çiller’i, Yılmaz’ı, Baykal’ı unutmuşsun :(
İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16932080.asp?yazarid=10&gid=61

1 Şubat 2011 Salı

Ey Türk halkı, görüyor musun

EY Cumhuriyet’i yerden yere vuran, her kötülüğü, Cumhuriyet’in günah hanesine yazmaya teşebbüs eden kafa.
-Bu ben oluyorum galiba

İzliyor musun Mısır’da, Mağrip’te Maşrık’ta olup biteni.
-Hem de nasıl bir keyifle, bi bilsen

Ey, sen, durmadan mazini, 80 yıllık demokrasini, 60 yıllık çok partili hayatını, paspas yapan, yerden yere vuran, karalayan, azarlayan küfürbaz.
-Efendim canım?

Senin kum torbasına çevirdiğin o insanların attığı adımları atmayan Arap dünyasının sefaletini görüyor musun.
-Sorma yaaa, hala elleriyle yemek yiyolar

Ya sen ey insafsız; bu ülkenin demokratik miladını, üç-beş sene öncesinden başlatacak kadar kendinden geçmiş güya münevver.
-Söyle gül tanem

Durmadan Atatürk’e çakan; İsmet İnönü’ye vuran; “ecdat” denince, aklına sadece sultanlar gelen, demokrasi denince sadece kendini hatırlayan insafsız.
-Buyur nar tanem

Görüyor musun, Atatürk’ü; bir İsmet İnönü’sü olmayan “devletsiz” halkların perişan halini.
-İyi de canım Mısır bir ülke nişantaşı’nda mekan ismi değil ki

Anlıyor musun şimdi, bir Kurtuluş Savaşı yapmanın ne anlama geldiğini, bir “millet uyandırmanın” manasını.
-Alıyorum tabii, anlamaz mıyım?

Tek partinin gücü ve ihtişamı doruğundayken çok partili hayata geçme kararı alan tarihi şahsiyetin kıymetini.
-Ah Adnan Menderes de bilseydi keşke ah!

Çok partili hayata geçip de seçim kaybetmenin raconunu bilen; kabullenmişliğin zarafetini gösteren, demokrasinin kültürünü ispat eden “Milli Şef”in asaletini, hiç olmazsa şimdi anlıyor musun...
-Canım ben Allahın taşralısı sen Davos’larda fink atan dünyalı senin kadar nasıl bilicem

Bir eliyle “milli şeflik” şapkasını başından çıkarırken; öteki eliyle sandıktan çıkan rakibinin elini sıkmanın nasıl bir ahlak, ne yüce bir demokratlık olduğunu.
-Ay utanmaya başladım şimdi kendimden, ne büyük adammış yaaa :(

Onun beyaz bıyığına bakıp, “Hitler falı” açmanın ne ayıp, ne adaletsiz bir şey olduğunu.
Kendi gözünle görüyor musun şimdi...
-Ben fal açmasını bilmem ki :(

Bak Arap sokağında neler oluyor.
Bak nasıl kan gövdeyi götürüyor.
-Sorma yaaa, bir de toplu namaz filan, şeriat getiricekler bunlar Mısır’a

Sense, kan dökmeden, kırıp dökmeden, yağmalamadan değiştirme adabını öğrenmişsin.
-Bağışla nolur, yanlış anlatılar bana Dersim’i, 6-7 Eylül’ü, istiklal mahkemelerini filan…

* * *

Ve ey biz; Türk halkı...
-Hemen ötekileştirdin beni, çok üzülüyorum baaak :(

Solcusu, sağcısı; laiki dincisi, sosyal demokratı muhafazakârı, milliyetçisi. Bu bayrağın altında yaşayan, bu sınırlar içinde acıyı ve sevinci birlikte paylaşan bizler.
-Ben neciyim, ben de Nişantaşı çocuğuyum, ben de türküm, doğruyum, çalışkanım…

Görüyor muyuz şimdi, ecdadımızın kurduğu, bizden önceki ve şimdiki kuşakların zor da olsa yaşattığı demokrasinin nimetini?
-Bilmezler mi? İlkokuldan üniversiteye her sene inklap tarihi görüyorlar

Seçimle gelip de demokrasinin tabutuna çivi çakan.
-Açık oy kapalı sayım yapanları mı diyosun?

Seçimsiz gelip de koltuğuna kazık çakan.
-Bunlar kim?

Devletsiz, demokrasisiz halkların, kendini imparator ilan etmiş liderlerini gördükçe içinizden bir hayır duası etmek gelmiyor mu?
-Hâlâ devletsiz diyor yaaa, Mısır olum mısır, Egypt desem anlar mısın?

“Kime” diye sorma, çok iyi biliyorsun.
-Nerden bilicem yaaa sağın solun belli değil ki

Tabii ki, at gözlüklü aydının, o vicdansız mürebbiyenin hedef tahtasına çevirdiği iki insana;Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye...
-Hahaha sıkıysa gerekmiyor diyim di mi?

Biri Cumhuriyet’i kuran, öteki gerçek anlamda çok partili hayatın yolunu açan iki insana;onlara şükretmiyor musun?
-Sıkıysa etmeyeyim :)

İçinden, “Onların kurduğu, bizim idame ettirdiğimiz rejim işte budur” diye gururlanmak gelmiyor mu?
-Gelmiyor lan, böyle rejim mi olurmuş.

Sandıkla getirip, sandıkla götüren; asker darbeyle götürse bile, en geç bir seçim sonra iktidarı tekrar sahibine emanet eden;
darbeyle gelen diktatörü, 3 yıldan fazla koltuğunda oturtmayan bir rejim ve bir kültür.
-Hay ben böyle kültürün…

Gururlan, çünkü, halkın seçimle getirip, seçimle değiştirebildiği bu rejimi kurmanın şerefi sana ait.
-Bu “şeref” sana ait olsun canım, istemez aman…

Kadir bilen, vicdan sahibi yurttaş olarak ecdadının hakkını ver, demokrasinle övün.
Övün ki, şimdi tam yeridir.
-Olum kaç yıldır “türk övün, çalış güven”iyoruz zaten

* * *

Ey sen, seçimle gelip, seçimle gitme şansına sahip Türk siyasetçisi.
-Ooooh dök içini bugün, dök..

Sen de bil, seni iktidara getiren sandığın kıymetini.
Sen de iyi öğren despotluğun, despotluk taslamanın bedelini.
-Tamam o da bildi, kim var sırada?

“Akraba-i taallukat” kayırmacı-lığının, “nepotizmin” sonunu.
Polis devleti kurma teşebbüsünün sonunu...
-Eeee?

Gör ki, ders alasın; ders al ki sonun onun gibi olmasın.
Düştükten sonra da halk arasında göğsünü gere gere gezebilesin.
-Senin gibi di mi? :)

* * *

Arap sokağı kaynarken, “zamanın ruhu” diyor ki.
-Nereden konuşuyor bu ruh? Davos’tan mı?

Biz Türkler; Müslüman dünyada demokrasinin mümkün olduğunu ispat eden ilk milletiz.
-Tarihçi misin olum, nerden biliyorsun?

O demokrasiyi sultanlara rağmen kurduk.
Krallara, imparatorlara, diktatörlere, despotlara; diktatör müsveddelerine, müsveddediktatörlere yıktırmayız.
-Serin gel Ertoooo

Evet sokağa çıkmayız. Ama sandığa gideriz...
-Zaten bi onu biliyorsunuz.

Biliriz ki; arkamızda 88 yıllık bir Cumhuriyet, 60 yıllık bir çok partili demokrasi vardır.
Ve Arap sokağı, bize, bu şanlı mazimizi bir kere daha hatırlatmıştır.

-Ohhh, bitti şükür!

İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16902887.asp?yazarid=10&gid=61