OLMAZ ya, sırf misal olsun diye yazıyorum.
-Yaz bakalım
Mesela iktidar değişmiş. Değişmez ya, diyelim ki değişti...
-Bunlar şarap içmez, bekleme boşuna
Geriye dönük davalar başlamış.
-Ne kadar geriye dönük?
İllegal telefon dinlemeleri, davalarla ilgili olmayan insanların konuşmaları, davalarla ilgili insanların, davayla yakından uzaktan ilgisi olmayan konuşmaları.
Vesaire vesaire...
-Eeeee?
Neyse, bu yazıyı saklayın, o gün yanınızda olmazsam, suratıma çarparsınız.
-Kösele gibi suratın var maşallah, hangi birini çarpıcaz?
* * *
Olmaz ya, oldu diyelim...
-Hadi oldu diyelim
Savcılar, bugün hükümete çok yakın gazetecilerin, siyasetçilerin, sanatçıların, bugün de mutlaka dinlenmekte olan telefon konuşmalarını dosyalara koymuşlar.
-Niye ki? Dava nedir?
Mesela hükümete yakın bir gazetecinin, AK Parti’nin bir yöneticisi ile yaptığı sohbet.
-Konu ne? Senin Büyükanıt’la seçim sohbetin gibi mi?
Mesela, bir gazetecinin polisle, istihbaratçıyla yaptığı konuşma.
-Senin bol bol yaptığın konuşmalardan yani?
Mesela o gazetecilerin kendi aralarında yaptıkları geyik muhabbeti.
-Aynen Paper Moon’da çevirdiklerinizden?
Hepsi iddianame eklerinde, ortalığa saçılmış.
-Tamam da hacı, dava ne?
Mesela şöyle basit, sıradan, alelade bir cümle:
“Gördün mü seninki yine ne yazmış? Geçirsene şuna bir Allah aşkına...”
-Iyyy, çok “basitmiş” hakkaten
Şimdi kim kime emir vermiş, hangi mendebur hangisini azmettirmiş?
-Evet, yine bir cümleden hepsini öğrenmiş olduk...
Sanıyor musun, kozmik bir odada konuşuyorum diye kimse bilmiyor?
-Valla onu kozmik odaları olanlara sor
MİT’in en kozmik odasının bile tecavüze uğradığı namert bir âlemde kapalı kapı mı kalmış ki, böylesine rahatsın.
-Hayırdır hacı? Tutuşmuş gibisin?
O yüzden diyorum ki:
Ortalığa saçılan bu kayıtlar, hepimizin meselesidir.
-Senin ve senin gibi “gazetecinin” meselesi niye benim oluyor?
Özellikle de, sana sesleniyorum:
-Bana seslenme birader
Sana, yani dosyalardaki alakasız telefon konuşmalarına bakıp, anında “Durumdan vazife çıkarttırılan” arkadaş, sana...
-Haaa, o ben değilim valla
Bugün kayığını sağlam, tehlikesiz bir limana demirlediğin için, dışarıdaki fırtınalar, kasırgalar, urağanlar, ummanlar beni etkilemez diye düşünen arkadaş...
Sana diyorum.
-Gün gelir senin gibi Yusuf Yusuf mu olur? Nolur?
* * *
Biliyorum, “Dönem bizim dönemimizdir” diyorsun, kendini yıkılmaz, dokunulmaz hissediyorsun.
-Nasıl da biliyorsun bu psikolojiyi
Ah, ah, dostum; kozmik odadaki komutan da öyle hissediyordu, öylesine emindi.
-Eeee nabıcan hacı, devran bu…
Diyeceğim; sen yine de temkinli ol.
Unutma, her cengâverin içinde bir Aşil, her Aşil’in de bir topuğu var.
-E biraz tüyo versen, nasıl önlem alabilir filan?
Bir bakmışsın karşında bir dosya, dosyanın içinde bir ayna, aynada da kendi suretin.
-Sen hiç kendi suretini gördün mü öyle?
Konuştuğunu dev yapmış, sense minnacık kalmışsın. Ezilip, büzülüyorsun.
-Ama eşşeğini sağlam kazığa bağlamışsındır sen
Ne arkadaşın kalmış, ne bir tek dostun.
-Vay beee, aleme bak
Bugün birisi, bilmem hangi nargile kafede, hasmının mahremiyetini fokurtu keyfi yapıyorsa; öbür gün başka birisi de senin mahremini, rakı masasında meze yapmış, “şerefsizliğine” kadeh kaldırıyor.
-Nargile kafe ne yaaa, başka yer mi kalmadı?
Hayat böyledir; karakter tefessüh edince, o koku herkesin ruhuna siner.
-Valla dışarıda hayat hiç öyle değil
Kolektif bir röntgencilik icat olunmuşsa, artık her âlemde mertlik bozulmuş demektir.
-Canım, o sizin aleminiz, ilk temsilcilerinden biri de sensin
O yüzden sana tavsiyem. Atlama mal bulmuş Mağribi gibi o kâğıtların üzerine...
-Kağıt mı kaldı allasen, mail var, video var, cd var…
“Bu, hepimizin meselesi” de, “Hepimizin şerefi, mahremi” de...
Mertlik hepimizde kalsın de...
-Sen de hep öyle söylemiştin...
* * *
Adalet bakanına soruyorlar:
Neyi?
“Hani konulmayacaktı ilgisiz konuşmalar dosyalara...”
-Bakan mı koymuş onları?
Hâlâ anlamadın mı kardeşim?
-Neyi canım?
O bir mesaj. Çok ciddi bir mesaj.
-Ne diyor?
Sadece karşıdaki gazeteciye değil, hepsine, hepimize mesaj.
-Yine hepimiz diyor ya, ağabeyciğim bu sizin rezilliğiniz, beni ne ilgilendirir?
Açıkça diyor ki:
-Ne halt yediğinizi biliyorum diyor, tamam.
“Bak gazeteci kardeşim. Ayağını denk al. Kimle konuştuğunu, ne konuştuğunu, nerede konuştuğunu saniye saniye biliyorum. Ona göre...”
-Bilsin, bana ne?
Bürokrata, siyasetçiye, sanatçıya, işadamına...
-Gazeteci bitti, şimdi sıra bunlarda.
Bütün haber kaynaklarına diyor ki:
-Ne işler çevirdiğinizi biliyorum demiş işte
“Bak ayağını denk al... Ona buna bilgi verip, kafamın tasını attırma...”
-Ooof of. Kim, kime, ne bilgisi veriyor, onu da yazsan ya…
Sen masum bir geyik muhabbeti yaptığını, arkadaşınla şakalaştığını, birilerini ti’ye aldığını, gırgır geçtiğini sanıyorsun değil mi...
-Enis Berberoğlu geçende yazdı "masum" geyik muhabbetlerinizi...
* * *
Sen öyle san...
-Tamam, sanmasın...
Bir bakmışsın ki, hayatın boyunca karşı çıktığın bir darbenin asli failisin.
-Vallahi görüşmeyeli fena korkutmuşlar seni, noldu yahu?
Ne yazmışlar Nedim Şener’in telefonunu dinlemek için hâkime?
-Neee?
“Adam öldürmek için plan yapmak...”
-Başka?
Kimle? Binnaz Toprak’la, “Açık Toplum Derneği”nin yöneticileri ile.
-Ulan gene birleştirdin işin kıçıyla başını
Oysa biri Anadolu’da mahalle baskısı konusunda sosyolojik araştırma yaptığını sanıyordu...
-Kesin onu da atarlar hapse?
Ya Açık Toplum Derneği?
-Sorosçu yuvası değil mi orası?
Adı üstünde.
-Yok adı başka
Açık, demokratik, şeffaf bir devlet istiyordu.
-La sabah akşam küfrettiğin liberaller çeviriyor orayı
Al işte sana, açık değil, çıplak; çıplak değil çırılçıplak, anadan doğma, üryan bir toplum...
-İşte kendince böyle "sıkı" laflarla final yapıyor...
İlgili Yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18865482.asp