21 Haziran 2011 Salı

Helalleşme

Mezarlığın kapısındaki çiçekçiden iki kırmızı gül alırken son 48 saatimi düşündüm.
-Hafızan daha öncesine geçemiyor mu?

Londra'da Barcelona-Manchester United maçını seyretmiştim.
-Eeee skor ne?

Eurostar hızlı treniyle Manş Denizi'nin altından geçerken, iPod'umda en sevdiğim müzikleri dinlemiştim.
-Anladık ipod da yapmışız.

Kim bilir kaçıncı defa Dante okuyordum.
-E-book'un da vardır senin

Arkamda uzunca bir hayat vardı ve kendimle hesaplaşıyordum.
-İpod'ta ofis programları yoktu di mi? İpad'le mi karıştırdım yoksa?

Hesabını verdiklerim vardı, veremediklerim de...
-Yani hesap kabarık, ihtiyacın olur diye....

Bir gün sonra o mezarlığa gidecektim ve kararımı işte orada, Manş Denizi'nin altında verdim...
-Ne mezarlığı len?

Üç hafta önce pazartesi günüydü.
Yıllarca yaşadığım Paris'i hiç bu kadar güzel görmemiştim.
-Yine başladın görgüsüzlüğe yaaa, bilmeyen de seni Napolyon'un torunu zanneder.

TRT Türk kanalı Edith Piaf'ın şehrini anlatan bir programın sunucusu olmamı istemişti.
-Kanalın kendisi mi yoksa yapımcı şirket filan mı?

Programın bir bölümü Pere Lachaise mezarlığında, onun mezarının başında çekilecekti..
-E hani sen karar vermiştin? Programın parçasıymış işte

Çekim için izin alınması gerekiyordu.
Programın yapımcısı Serhat Akinan'ı aradım ve “Ahmet Kaya'nın mezarına da gidelim” dedim.
-La bari mezarında rahat ver

Şaşırdı, biraz sustu ve konuştu:
“Çok iyi yaparsınız...”
-İyi halt etmiş

*****

MEZARIN ÜZERİNDE KOCASININ SOYADI

Ana kapıdan girdiğimizde ilk karşılaştığımız mezarlar, gençlik yıllarımda adlarını ve hayatlarını ezbere bildiğim efsanevi sosyalist ve komünist liderlerinkilerdi.
-Rasim Ozan Kütahyalı gibi gıdım kadar bilginle hava yapıyosun ya

Waldeck Rochet, Maurice Thorez, Georges Marchais...
-Heee, ben de isim sayarım

Biraz ilerde Almanca konuşan 6-7 genç önümüzü kesti ve “Edith Piaf'ın mezarı neresi” diye sordu.
-Uzat abicim uzat, bu yazı tam sayfa çıktı di mi?

“Biz de oraya gidiyoruz, bizi takip edin” dedik.
-İnsan tanımadan etmeden kimlere neler sorabilyor ya

Biraz sonra Edith Piaf'ın mezarının karşısındayız.
Mütevazı sayılabilecek bir mezar.
Yanında babası ve son kocası Theo Sarapo yatıyor.
-Allah rahmet etsin

Edith Piaf'ın soyadı da Sarapo olarak yazılmış.
Kırmızı güllerden birini onun mezarının üzerine bırakıyorum.
Yves Montand'a olan aşkını anlattığı ‘La Vie en Rose' şarkısını mırıldanıyorum.
“Beni kollarına alınca, dünyayı tozpembe görüyorum.”
-Piiiyyy bi sus sus, rahatsız etme insanları

Bir kadının, erkeğine verebileceği en büyük haz bu olmalı diye düşünüyorum.
Tabii buraya kadar gelmişken Jim Morrison'un mezarına gitmemek olmaz.
-O kim la?

Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.
-Geleceğini haber almışlar demeeeek

Ama takan kimse yok.
Hepimiz engelleri aşıp, mezara gidiyoruz.

****

SIRF ONUN İÇİN CEKET GİYDİM, KRAVAT TAKTIM

Ahmet Kaya ile kaç kere karşılaştık hatırlamıyorum. Belki bir, belki iki.
-Esas mavzuya geliyoruz nihayet.

Şarkılarını çok seviyordum.
‘Saza Niye Gelmedin'i hâlâ dinliyor ve doyamıyorum.
-"Azıcık efendi ol bırak elinden o sazı" diye bir şarkısı da var biliyon mu?

Sonra aramıza o tatsız manşet girdi.
-Tatsız mı? Lan dingil, Şerefsiz dedin lan adama

Ahmet Kaya, bir daha Türkiye'ye dönmedi.
-Dönemedi olum, dö-ne-me-di

Karşı karşıya gelseydik, belki birbirimize söyleyecek sözümüz olabilirdi.
Olmadı.
-Adamı kahrından öldürmeseydiniz iki çift lafı olurdu

Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım.
-Canım yaaa, parfüm bile sıkmışsındır

Eminim, yaşasaydı, “Bu façaya ne gerek var” derdi.
İçimden öyle geldi.
-Hay façanı köpekler kovalasın senin

Pere Lachaise'in öteki mezarlarıyla karşılaştırıldığında onunki de çok mütevazı bir mezar.
-Beğendin yani?

Beyaz taştan yapılmış.
Üzerinde kabartma bir portresi var.
Altında Ahmet Kaya yazıyor.
Başında kimse yoktu ama epey çiçek vardı.
Ayak ucunda “Elveda sevgili ülkem” yazıyordu.
-Nasıl, gurur duydun mu esere olan katkınla?

O cümleyi görünce çok hüzünlendim.
-Ah hüzünlenmiş paşam

Ne kadar kızsa da, ne kadar haksızlığa uğrasa da, herkes ülkesini seviyor.
-Evet, içinde senin gibi adamlar olsa da...

Aynı hüznü, Berlin'de birlikte konsere gittiğim Oray Eğin'in gözlerinde gördüm.
-Ah yavruuum, harap oldu sürgünlerde

Sürgün kötü bir duygu.
-Sorma yaaa, Oray'ın da kalbine inecek diye korkuyorum valla

*****

HELALLEŞMEK İSTEDİM AMA ARTIK MÜMKÜN DEĞİLDİ

Kapıda aldığım gülü, mezarın baş tarafına koydum.
-Eminim yazdığından daha soğukkanlıydın

Bildiğim iki dua var. Onları okudum.
-Allah kabul etmesin

Ve onunla konuştum.
-Ne dedin?

Ne söylediğimi hayatım boyunca kimseye anlatmayacağım.
-"Kusura bakma yaa, nabıcan öyle olması gerekiyordu, oldu" dememişsen adam değilim

Söylenmesi gereken her şeyi söyledim.
-Niye manşetten linç ettiğine kadar?

Helalleşmek istedim ama artık mümkün değildi.
-Ya salak mısın sen?

Benim helal edilecek fazla hakkım yoktu.
Onun hakkını helal etmesini isterdim ama artık çok geçti.
-Ömür boyu vebaliyle dolaşasın inşallah

İçimdeki duygu neydi? Suçluluk mu?
Hayır...
-Valla bugün yine olsa yine aynı şeyleri yaparsın, biliriz
Günah falan çıkarmak gibi bir amacım da yoktu.
-Nerenden çıkaracaksın abicim o kadar günahı

Çünkü, “Bilerek kötülük” benim lügatımda yazmıyor.
-Safa yatıp kötülük yapmak en iyisi hacı, boş ver

Bilmeyerek olanı derseniz, vardır elbet.
-O da kesin iyi niyetindendir

Taşlanacaksam eğer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın.
-Memlekette herkes gazeteci ya

Benim duygularım böyleydi ama onun içinde başka duygular olabilir.
-Çok temiz bir kalbin var biliyo musuuun

Keşke, diyorum, keşke, bu konuşmayı, o yaşarken yapabilseydim...
-Nabıcan abi, hayat işte, tuhaf filan yani...

******

AYRILIRKEN EDITH PIAF'IN ŞARKISINI MIRILDANIYORDUM

Bir arkadaşım, “Yeminli düşmanların şimdi bunu da yanlış anlarlar” dedi.
-Vicdan fişini çoktan çekmiş onlar bitanem, ne bakıyosun?

“Hiç umurumda değil. Nasılsa bir gün anlarlar” dedim.
-Yok, anlamazlar onlar, anlayamazlar seni

Mezarın kapısından çıkarken kulaklarımda Edith Piaf'ın o harika şarkısı vardı.
‘Je ne regrette rien'
Hayır, hiçbir şeye pişman değilim...”
-Afferin sana, böyle devam et

Hayat bana çok bonkör davrandı.
-Hem de ne bonkör, istediğine hayat verdin, istediğinin canını aldın

Çok şükrettim.
-Daha fazla et

Geriye baktığımda görüyorum ki; bazı insanlara hoyrat davranmışım.
-Olur böyle şeyler ya, takma kafana

Pişman mıyım?
Geri çevrilmesi mümkün olmayan şeylere pişman olmak neye yarar ki...
-O yüzden en iyisi pişman olmamak, olsan nolucak yaaa

“Üzgün müsün” diye sorarsanız; evet, çok üzgünüm.
-Ölenle ölünmüyor be hacı, üzme kendini

Aklımda hep Behçet Necatigil'in şiiri çınlıyor:
“Bekler bazı şiirler, bazı yaşları...”
-Alıntı kotanı doldurmuştun ama neyse

Demek ki, “Beklermiş bazı üzüntüler, bazı yaşları...”
Ben artık, işte o yaştayım.
-Korkma canım, azrail bile sana yanaşmaktan imtina eder, daha çoook buralardasın


İlgili Yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=18063068&yazarid=10&tarih=2011-06-19

1 yorum:

  1. süper bir blog, en çok şuna güldüm:

    Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.
    -Geleceğini haber almışlar demeeeek

    YanıtlaSil