7 Ocak 2012 Cumartesi

Öyle melun bir kafa ki, durmuyor

Neydi o manşet?
-Hangisi?

Hani Uludere'deki o elim olaydan sonra "Taraf" gazetesinin attığı manşet?
-"Devlet halkını bombaladı"

"Devlet halkını bombaladı..."
-Eevet, bend e onu dedim.

Sen ki ey büyük Türk devleti ve onun bugünkü sahipleri...
-Uuuu, gazı alıyorum ama ne biçim devlet bu, her gün sahip mi değiştiriyor?

Yut ki yutabilirsen...
-Yutar mı ya, mümkün mü?

Yutamıyor musun?
-Yok

Tavsiyem, kızılcık şerbeti yap, iç...
-Seni mi kırıcam yaaa...

* * *

Dün Hürriyet'te Sedat Ergin'i okuyorum.
-Ben hiç okumam

Hepimiz mutabıkız, düzgün bir gazeteci, ilkeleri var. Odur budur diye bakmaz.
-Kısadan gelip, hiç bana benzemez desene

Tabii ki yapılması gerekeni yapıyor.
-Neyle ilgili?

"Taraf"ın manşetinden değil, ama basından yana çıkıyor.
-Hangi basından?

"Söz konusu gazete haberinde hatalı olabilir" diyor, arkasından ekliyor:
-Eeee?

"Ancak hatalı olması, bir demokraside Başbakan'a muhabirleri, yazarları ve gazeteleri hedef gösterme ayrıcalığı vermez" diyor.
-Konuyu kendine bağlican di mi? Çakaaal...

Doğru mu söylüyor?
-Gazeten ve senin gibi yazarların "hedef gösterme ayrıcalığı" için de öyle düşünüyorsa doğru.

Bana göre doğru, başkasına göre doğru olmayabilir...
-Herkesin doğrusu kendine konulu bir entel ergen muhabbetine mi giriyoruz?

Bu manşet, Başbakan'a onu yapma ayrıcalığı vermez ama bana şu mütevazı soruyu sorma hakkını verir.
-Sana ne güzel yapıyordu ama, oooh canıma değsin.

***

Ey, sen geçmişin manşetleri üzerinden recm üstüne recm yapan, eli taşlı, dili sopalı arkadaş...
-Kim o?

Ey sen, elinden gelse, "411 el kaosa kalktı" manşetinden, kallavi bir darağacının üç bacağını imal edecek kafa...
-Evet, sadede geldik...

Söyle bana ne düşünüyorsun "Taraf"ın bu manşeti hakkında?
-Valla bence güzel.

Bak ne diyor: "Devlet Halkını bombalamış..."
-Bombalamış değil len, bombaladı.

Söyle bana, bu laf, diline pelesenk ettiğin "411 el kaosa kalktı" lafından daha mı hafif, daha mı masum, daha mı adil...
-Vay şerefsiz de çok meşhur, onu geçmeyelim lütfen.

İlahi bir güçten aldığı yetkiyle, o ilahi güç neyse, onun baltası kesilen; o gazeteciyi, bu gazeteciyi her gün hapislere,
sürgünlere, maltalara gönderen, elinden gelse darağacına çekecek, ileri demokrat arkadaş...
-Allahını seversen söyle şunun kim olduğunu, çok merak ettim be.

Sana soracaktım, vazgeçtim, sormuyorum.
-Tamam canım, bana sor, nolucak?

Hâlâ vicdanı kalan varsa,ona soruyorum.
-Iyh, vazgeçtim,bana da sorma

Hadi söyleyin arada bir fark var mı?
-Yani neresini söyleyelim bilmiyorum ki...

Var...
-Bence de...

411 milletvekili, elini bilerek kaldırmıştı.
Devlet o elim, elim olduğu kadar vahim hatayı, bilerek yapmadı...
-Al işte, kapasite bu...

***

Gelelim o "411 el kaosa kalktı" manşetine....
-Başladığından beri onun yolunu yapıyorsun zaten

O gün ne demiştim? "Türbanlı kızlar üniversiteye girsin. Ama bunu Anayasa ile çözmeyin."
-İktidar değişirse gene yasaklanabilsin diye

Aynı sözü Anayasa Mahkemesi Başkanı da söylemişti.
-İyi halt etmiş

Peki bugün ne oldu?
-Hâlâ yasağın devam ettiği yerler olduğu gibi kamuda başörtüsü yasağı da devam ediyor

Türbanlı kızlar artık rahatça üniversiteye girebiliyor mu?
-Girmiyor

Giriyor.
-Girmiyor diyorum ya, alla alla...

Peki bunun için Anayasanın değişmesi gerekti mi?
-yok

Gerekmedi.
-Ben ne dedim?

***

Sense o gün ne demiştin?
-Ne demişim?

"Milletin 411 seçilmiş temsilcisinin kaldırdığı el için sen nasıl da böyle bir şey diyebilirsin?"
-Yine o meçhul kişi

Ben de demiştim ki, kalkmış eller vekil elidir. Kutsal değildir. İnsan elidir.
-Bak kendin söylüyorsun, vekil eli,yüzbinlerce insanın eli.

Bak, aynı seçilmiş eller, maaşlarını yükseltmek için kaldırdığında sen bile manşetler attın.
-Yani hâlâ söylemiyorsun bunun kim olduğunu, çok ayıp ediyorsun,ben yabancı mıyım?

Ağzına geleni söyledin.
-Ben de başlicam ama bak...

Demek ki neymiş?
-Neymiş?

"Devlet halkını bombaladı" manşeti de demokrasinin parçasıymış.
-Sedat Ergin öyle yazdı diye mi?

Demek ki, neymiş?
-Neymiş?

Manşet hatalı da olsa, basın özrgürlüğünün parçasıymış.
-Haliyle "411 El Kaosa kalktı" da o özgürlüğün bir parçası

***

İşte o yüzden diyorum...
-De artık ne diyeceksen, off

Şu kafa var ya, şu benim kafa; öylesine melun bir kafa ki, yerinde duramıyor, kabına sığmıyor...
-Sırtlanlar kovalasın seni Erto.

Fıldır fıldır dönüyor.
-Balataları yakar inşallaaah

Görüyor, hatırlıyor...
-Arada yapması gerekenleri de yapsın ama..

Ee tabiatıyla hatırlatıyor...
-Neyse, bu da bitti...

İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19624495.asp

5 Ocak 2012 Perşembe

Aman cebe bıraktığınız mesaja dikkat

27 Aralık 2011 akşamı.
-Dur ben yeni uyanıyorum mevzuya

Hürriyet'in yeni yıl partisinden çıkıp, başka bir yere akıyoruz.
-Konağınızı süslemediniz mi bu sene?

Bild gazetesinin genel yayın yönetmeni Kai Diekmann'la, Nişantaşı'nın yeni gözde yeri “Sess”e doğru gidiyoruz.
-Vaaay, Türkiyeni gezdiriyorsun adamına...

Bana, Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff'la aralarında geçen olayı anlatıyor.
-Sen pek görüşemiyorsun tabi bizimkiyle di mi? Yazııık…

*“Cumhurbaşkanı asla yapılmaması gereken bir hatayı yaptı” diyor.
-Bak seeen, napmış?

“Arkadaşından aldığı borcu açıklamadığı için mi” diye soruyorum.
-Tabi Avrupalı’nın en büyük hatası ne olabilir ki…

*“Tabii o büyük bir hata. Ama asıl hatası başka. Cep telefonuma not bıraktı” diyor.
-Hadiii, ne demiş?

Ve olayı anlatıyor.
-E buyursun…

* * *

Diekmann bir toplantı için New York'a gidiyor.
-Evet?

Bir gün önce, Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff'a cevaplaması için bazı sorular göndermişler.
-Konu nedir?

Sorular, ev almak için işadamı bir arkadaşından aldığı borçla ilgili. Bu olayı, cumhurbaşkanı olmadan önce açıklamamış.
-Hmmm

Wulff iki gün boyunca bu sorulara cevap vermiyor. Bunun üzerine gazete haberi yayınlamaya karar veriyor.
-Cevapsız kalan soruları yani?

Bunu öğrenen Cumhurbaşkanı apar topar Kai Diekmann'ı arıyor.
-E daha yayınlamamış ki karar verdiğini nereden biliyor?

Diekmann o sırada uçakta ve telefonu kapalı. Diekmann'ın cep telefonuna ağzına geleni söylüyor.
-Cumhurbaşkanı çizgisinden çıkmış yani

Bu haberi yayınlarlarsa, gazete ile ilişkilerini gözden geçireceği tehdidinde bulunuyor.
-Piii, Avrupalı çizgisinden de çıkmış.

* * *
Diekmann haberi yayınlıyor.
-Sen olsan ne numaralar çevirirdin var yaaaa

“Kanunen, izin almadıkça telefon konuşmalarını kaydedemiyoruz. Ancak burada durum farklı. Çünkü cep telefonuna mesaj bırakan kişi, bunun kaydedileceği konusunda önceden otomatik olarak uyarılıyor. Bu durumda benim, Cumhurbaşkanı'nın yaptığı tehdidi kamuoyuna açıklama hakkım var.”
-Küfür yok di mi?

Bild o mesajı yayınlamadı ama olay Alman medya çevrelerinde duyuldu ve iki gazete Cumhurbaşkanı'nın bıraktığı mesajı haber yaptı.
-Almanya’nın da amiral gemisini bulmuşsun desene.

Bild ve Kai Diekmann öteki Alman gazeteleri tarafından pek sevilmese de, gazeteler Cumhurbaşkanı'nın bu tavrını eleştirdi.
-Kai Diekman senin gibi bir kaptan değildir inşallah

Haberi atladık, onları sevmiyoruz gibi bahanelere sığınmıyorlar.
-Senin gibi değiller yani.

* * *
Sayın Başbakan, sizden beklediğimiz duruş budur
-Bi dakka! Konu nasıl buraya geldi, olay bu kadar mıydı? Sonrası ne oldu?

DÜN Başbakan Tayyip Erdoğan'ın grup konuşmasını dinlerken içimden şu geçti: “İşte budur...”
-Üstüne bir kadeh şarap da fena olmazdı…

Uludere'deki elim olay konusunda, her önüne gelenin küçük, küçücük, mide bulandırıcı bir popülizm yaptığı günlerde, ülkenin başbakanından beklenen ses budur.
-Ben senin bu harbi hallerini seviyorum biliyor musun?

Ne mi? Onu da açık açık özetleyeyim:
-Beklenen ses dedin ya işte neyi açık özetliyorsun?

*Evet, orada vahim bir hata yapılmıştır.
-Olur böyle şeyler canııım

*Ama bu ülkenin ordusu, güvenlik güçleri, silahlı bir örgüte karşı görevini yapmaktadır.
-Sen de görevini yapıyorsun nihayetinde.

*O görevi onlara kim mi vermiştir? Ülkenin seçimle işbaşına gelmiş sivil hükümeti.
-Bunu yazarken kendinden geçtin di mi?

*Bu bir savaştır ve her savaşta ne yazık ki hatalar olmaktadır.
-Olum bi tutarlı ol be, hani buna savaş diyenler liboştu?

*Dünyanın en gelişmiş ordusuna sahip Amerika bile geçmişte bundan daha ağır hatalar yapmıştır.
-Doğru valla, Irak’ta ne “hatalar” yaptılar…

*Evet bu hatanın üzerine gidilmeli, sonuna kadar araştırılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalıdır.
-Gerek yok yaaa, hayır yani bilerek olmamış ki, adı üstünde “hata”.

*Ama bunu yaparken, orada savaşan insanların gururunu, moralini tarumar edecek sorumsuzluklardan kaçınılmalıdır.
-Canım sen boşuna mı yırtınırıyorsun buralarda ver morali, ver coşkuyu gitsin…

*O insanlar orada kahramanca bir mücadele vermektedir.
-Sayenizde canım.

Bu mücadele sizin, benim, onun, bunun siyasi ideolojisine, düşüncesine uygun olmayabilir.
-Sana her halükarda uygun mudur? Uygundur, geç o zaman…

Ama o görevi ona bu ülke vermiştir.
-Haklısın valla, milleti ölüme yollayıp ardından şakşakçılıkta üstümüze yok.

*O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın orada savaşan insanların arkasında durması doğrudur ve alkışlanması gereken bir duruştur.
-Senin de Başbakanın arkasında durman kesinlikle ibret alınması gereken bir duruştur ama neyse…

*En üzücü olanı, artık Cumhuriyet ordusunu savunmanın bile cesaret kabul edilecek hale gelmiş olmasıdır.
-Canım, nolur biraz değişsen, biraz yaratıcı olsan, hep aynı cümleler yaaa

*Evet Sayın Başbakan. Doğru olanı yaptınız.
-Hani muhtar bile olamazdı, bakıyorum da 411 El goy goya kalkıyor.

*Siz ordumuzun arkasında durdunuz; biz de sizin arkanızdayız.
-Şüphesi olan beri gelsin…

Orada kahramanca savaşan subaylarımızı, çocuklarımızı bir avuç aydına, bir avuç ona buna yedirtmeyeceğiz...
-“Bir avuç ona buna” nedir ya, allahını seversen bi çeki düzen ver kendine, bi cümle kurmasını öğren, bir yazını da doğru düzgün bitir. Başlık, göbek, final her biri ayrı telden, verem ettin beni.

İlgili yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=19600144&yazarid=10