22 Haziran 2011 Çarşamba

Maymun taklidi yapabilir misiniz

SİZE “maymun taklidi” yapın desem, kolaylıkla yaparsınız.
-Ben yapamam

İlk işiniz dudaklarınızı öne doğru uzatıp, ucuna huni gibi bir boşluk bırakmak ve oradan “uuu” diye tuhaf bir ses çıkarmak olurdu.
-Hayırdır abi, tersine evrime mi sardık?

Aynı anda kollarınızı aşağı doğru sarkıtır, ellerinizi, bileklerinizden içe doğru kıvırır, hafif kambur şekilde sıçrayarak yürümeye başlarsınız.
-Önce bunu yapıp sonra ses çıkarınca olmuyor mu?

Klasik maymun klişesi budur.
-Maymun klişesi ne yaaa, maymun taklidi, davranışı filan de bari

Aynı şekilde, köpek veya kedi taklidi yapmak da insana kolay gelir.
-Biraz da insan taklidi yapsan?

* * *

Şimdi lütfen yandaki fotoğrafa iyice bakın.
-Bakıyoruz


Anneyi hafif yandan görüyoruz.
-Hafif mi? fotoğrafın dörtte üçü anne zaten

Gözleri yavrusunun üzerinde.
-Yok artık

Bakışlarını göremiyoruz ama biliyoruz ki, o bakışlarda ya şefkat var, ya sevgi.
-Bak seeen, Eeee?

Muhtemelen her ikisi.
-Haddi canım!

Sol kolunu yavrusunu göğsüne bastıracak şekilde dolamış.
-Ya ben onu sağ bacağı sandıydım bak

Parmakları, ET’nin ışıklı işaretparmağı gibi, ihtimamın somut işareti haline dönüşmüş.
-Neyin somutuna, işaretine?

Yavrusuna o ihtimamla dokunuyor.
-E görüyoruz

Ve geliyoruz, en güzel, en net gördüğümüz şeye.
Ana kucağındaki bir yavrunun bakışlarına.
-Allahım ya rabbim ya

Ne bakışıdır bu? “Maymun bakışı mı.”
-Nolur bi daha fotoğraf analizi yapma

Böylesine alelade bir sıfatla geçiştirilecek kadar basit değil.
Benim gibi yapın, biraz daha dikkatle bakın.
-Beceremiyosun yani, kasmanın alemi yok

Eminim siz de o bakışlarda en az 4-5 ayrı mana keşfedeceksiniz.
Huzur, güven, sükûnet, sevgi...
-Nerde biz de o derinlik yaaa

Hazırsak, dönelim baştaki soruya.
-Hazırız, dön!

Maymun taklidi yapmak kolay mıdır?
-yazdıklarına bakılırsa kolay

Geçin aynanın karşısına, kendinizi seyredin.
Bir maymun musunuz, yoksa maymun mukallidi mi.
-Allahını seversen amacın ne senin?

*****

Bu fotoğrafı geçen cuma günü İngiliz Daily Mail gazetesinde gördüm.
-Len google görsellerden buldum desene şuna

Melbourn Hayvanat Bahçesi’nde çekilmiş.
-Kaynağı da yazar orda

O fotoğraf her gün bana şunu anlatıyor:
-"İnsan ol evlat" diyor olabilir mi?

Bazı şeylerin taklidi yapılamaz.
-Doğru. Mesela sen hâlâ görgüsüz Ertuğrul'sun.

Hayatta, dünyanın en büyük aktörlerinin bile çaresiz, noksan kaldığı estantaneler vardır.
-Kesinlikle, bi baksana aynaya

* * *

Taklidi yapılamayacak olan o dalgın bakışlar neden ve nereye bakıyor?
-Sence?

Önce; insan düşünen hayvandır tezini çürütmek için bakıyor.
-İnsan düşünmeyen bir hayvan mı?

O bakış, biliyor ki, anne şefkatinin karşılığı olarak verilebilecek tek şey sevgidir.
-Abi nereye bağlayacaksın bunu?

Anneye, “Senin kollarında kendimi güvende hissediyorum” duygusunu vermektir.
-Tamam verdi diyelim, eee?

O olağanüstü an’da, artık ne annenin istediği başka bir şey vardır; ne de o yavrunun annesine verebileceği başka bir şey.
-Hooffff, bunun düşünen hayvanla filan ne alakası var?

Anne kucağındaki sosyal anın başka sosyal ticareti yoktur...
-Sosyal an? O ne ya?

O duygunun muhasipleşmesi de yoktur.
-Ya sen ne anlarsın muhasipleşmeden

“Al bunu ver şunu” hesabına gelmez o harikulade an.
-Ertooo istikamet nere?

Hesaba gelmediği, aritmetiği, hendesesi olmadığı, muhasipleşmeyi kabul etmediği için, taklidi de yoktur.
-Cinnet sebebisin var ya, yeminlen bak

İşte o yüzden “köpek bakışı” diye harikulade bir bakış vardır.
Kedi bakışı, eşek bakışı vardır.
-Bir de Ertuğrul Özkök bakışı var.
Böyle kemik çerçeveli gözlüklerden, karnında gaz sıkışması varmış gibi.

Ceylan gözü ve bakışı vardır.
Çünkü o gözlerin arkasında riya diye bir duygu yoktur.
-Valla orası uzmanlık alanın

Adam satmak, vefasızlık bilmez o bakışlar.
-Allah şahit vefalı adamsın, sahiplerini hiç yarı yolda bırakmadın

* * *

Şimdi söyleyin, hangi hakaret dolu, müptezel bir köşe yazısı bu fotoğraftaki bakışların manasını hissedebilir?
-Ha şöyle sadede gel, uzattıkça uzatıyorsun

Kendisiyle hayatının hiçbir anında muhasipleşememiş; hesap vereceği üç-beş santimetrekare vicdancığı bile kalmamış, olamamış
-Varsa üç-beş santim borç versene be hacı, yap bi kıyak

Hangi güya insan ruhu bu bakışa bakabilir?
-Sözde insan yazacaktın vazgeçtim di miiii?

Bakamaz.
-Sen bakıver güzelim onların yerine de ya, yap bi güzellik

Çünkü onun insiyakı da çok iyi bildiği bir şeye ayarlıdır.
-Neye ayarlı?

Bilir ki, bir bakarsa, o bakışın altında ezilip, telef olacak.
-Baba herkes sen değil ki

O nedenle, bugüne kadar kimse, onların böyle harikulade bir fotoğrafını çekememiştir.
-Perihan Mağden'e verebileceğin en iyi cevap bu salakça kurgu mu yani?

Çünkü o estantaneleri yoktur...
-Ya sen ne kadan yeteneksiz bi adammışsın.


İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18082730.asp?yazarid=10&gid=61

21 Haziran 2011 Salı

Helalleşme

Mezarlığın kapısındaki çiçekçiden iki kırmızı gül alırken son 48 saatimi düşündüm.
-Hafızan daha öncesine geçemiyor mu?

Londra'da Barcelona-Manchester United maçını seyretmiştim.
-Eeee skor ne?

Eurostar hızlı treniyle Manş Denizi'nin altından geçerken, iPod'umda en sevdiğim müzikleri dinlemiştim.
-Anladık ipod da yapmışız.

Kim bilir kaçıncı defa Dante okuyordum.
-E-book'un da vardır senin

Arkamda uzunca bir hayat vardı ve kendimle hesaplaşıyordum.
-İpod'ta ofis programları yoktu di mi? İpad'le mi karıştırdım yoksa?

Hesabını verdiklerim vardı, veremediklerim de...
-Yani hesap kabarık, ihtiyacın olur diye....

Bir gün sonra o mezarlığa gidecektim ve kararımı işte orada, Manş Denizi'nin altında verdim...
-Ne mezarlığı len?

Üç hafta önce pazartesi günüydü.
Yıllarca yaşadığım Paris'i hiç bu kadar güzel görmemiştim.
-Yine başladın görgüsüzlüğe yaaa, bilmeyen de seni Napolyon'un torunu zanneder.

TRT Türk kanalı Edith Piaf'ın şehrini anlatan bir programın sunucusu olmamı istemişti.
-Kanalın kendisi mi yoksa yapımcı şirket filan mı?

Programın bir bölümü Pere Lachaise mezarlığında, onun mezarının başında çekilecekti..
-E hani sen karar vermiştin? Programın parçasıymış işte

Çekim için izin alınması gerekiyordu.
Programın yapımcısı Serhat Akinan'ı aradım ve “Ahmet Kaya'nın mezarına da gidelim” dedim.
-La bari mezarında rahat ver

Şaşırdı, biraz sustu ve konuştu:
“Çok iyi yaparsınız...”
-İyi halt etmiş

*****

MEZARIN ÜZERİNDE KOCASININ SOYADI

Ana kapıdan girdiğimizde ilk karşılaştığımız mezarlar, gençlik yıllarımda adlarını ve hayatlarını ezbere bildiğim efsanevi sosyalist ve komünist liderlerinkilerdi.
-Rasim Ozan Kütahyalı gibi gıdım kadar bilginle hava yapıyosun ya

Waldeck Rochet, Maurice Thorez, Georges Marchais...
-Heee, ben de isim sayarım

Biraz ilerde Almanca konuşan 6-7 genç önümüzü kesti ve “Edith Piaf'ın mezarı neresi” diye sordu.
-Uzat abicim uzat, bu yazı tam sayfa çıktı di mi?

“Biz de oraya gidiyoruz, bizi takip edin” dedik.
-İnsan tanımadan etmeden kimlere neler sorabilyor ya

Biraz sonra Edith Piaf'ın mezarının karşısındayız.
Mütevazı sayılabilecek bir mezar.
Yanında babası ve son kocası Theo Sarapo yatıyor.
-Allah rahmet etsin

Edith Piaf'ın soyadı da Sarapo olarak yazılmış.
Kırmızı güllerden birini onun mezarının üzerine bırakıyorum.
Yves Montand'a olan aşkını anlattığı ‘La Vie en Rose' şarkısını mırıldanıyorum.
“Beni kollarına alınca, dünyayı tozpembe görüyorum.”
-Piiiyyy bi sus sus, rahatsız etme insanları

Bir kadının, erkeğine verebileceği en büyük haz bu olmalı diye düşünüyorum.
Tabii buraya kadar gelmişken Jim Morrison'un mezarına gitmemek olmaz.
-O kim la?

Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.
-Geleceğini haber almışlar demeeeek

Ama takan kimse yok.
Hepimiz engelleri aşıp, mezara gidiyoruz.

****

SIRF ONUN İÇİN CEKET GİYDİM, KRAVAT TAKTIM

Ahmet Kaya ile kaç kere karşılaştık hatırlamıyorum. Belki bir, belki iki.
-Esas mavzuya geliyoruz nihayet.

Şarkılarını çok seviyordum.
‘Saza Niye Gelmedin'i hâlâ dinliyor ve doyamıyorum.
-"Azıcık efendi ol bırak elinden o sazı" diye bir şarkısı da var biliyon mu?

Sonra aramıza o tatsız manşet girdi.
-Tatsız mı? Lan dingil, Şerefsiz dedin lan adama

Ahmet Kaya, bir daha Türkiye'ye dönmedi.
-Dönemedi olum, dö-ne-me-di

Karşı karşıya gelseydik, belki birbirimize söyleyecek sözümüz olabilirdi.
Olmadı.
-Adamı kahrından öldürmeseydiniz iki çift lafı olurdu

Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım.
-Canım yaaa, parfüm bile sıkmışsındır

Eminim, yaşasaydı, “Bu façaya ne gerek var” derdi.
İçimden öyle geldi.
-Hay façanı köpekler kovalasın senin

Pere Lachaise'in öteki mezarlarıyla karşılaştırıldığında onunki de çok mütevazı bir mezar.
-Beğendin yani?

Beyaz taştan yapılmış.
Üzerinde kabartma bir portresi var.
Altında Ahmet Kaya yazıyor.
Başında kimse yoktu ama epey çiçek vardı.
Ayak ucunda “Elveda sevgili ülkem” yazıyordu.
-Nasıl, gurur duydun mu esere olan katkınla?

O cümleyi görünce çok hüzünlendim.
-Ah hüzünlenmiş paşam

Ne kadar kızsa da, ne kadar haksızlığa uğrasa da, herkes ülkesini seviyor.
-Evet, içinde senin gibi adamlar olsa da...

Aynı hüznü, Berlin'de birlikte konsere gittiğim Oray Eğin'in gözlerinde gördüm.
-Ah yavruuum, harap oldu sürgünlerde

Sürgün kötü bir duygu.
-Sorma yaaa, Oray'ın da kalbine inecek diye korkuyorum valla

*****

HELALLEŞMEK İSTEDİM AMA ARTIK MÜMKÜN DEĞİLDİ

Kapıda aldığım gülü, mezarın baş tarafına koydum.
-Eminim yazdığından daha soğukkanlıydın

Bildiğim iki dua var. Onları okudum.
-Allah kabul etmesin

Ve onunla konuştum.
-Ne dedin?

Ne söylediğimi hayatım boyunca kimseye anlatmayacağım.
-"Kusura bakma yaa, nabıcan öyle olması gerekiyordu, oldu" dememişsen adam değilim

Söylenmesi gereken her şeyi söyledim.
-Niye manşetten linç ettiğine kadar?

Helalleşmek istedim ama artık mümkün değildi.
-Ya salak mısın sen?

Benim helal edilecek fazla hakkım yoktu.
Onun hakkını helal etmesini isterdim ama artık çok geçti.
-Ömür boyu vebaliyle dolaşasın inşallah

İçimdeki duygu neydi? Suçluluk mu?
Hayır...
-Valla bugün yine olsa yine aynı şeyleri yaparsın, biliriz
Günah falan çıkarmak gibi bir amacım da yoktu.
-Nerenden çıkaracaksın abicim o kadar günahı

Çünkü, “Bilerek kötülük” benim lügatımda yazmıyor.
-Safa yatıp kötülük yapmak en iyisi hacı, boş ver

Bilmeyerek olanı derseniz, vardır elbet.
-O da kesin iyi niyetindendir

Taşlanacaksam eğer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın.
-Memlekette herkes gazeteci ya

Benim duygularım böyleydi ama onun içinde başka duygular olabilir.
-Çok temiz bir kalbin var biliyo musuuun

Keşke, diyorum, keşke, bu konuşmayı, o yaşarken yapabilseydim...
-Nabıcan abi, hayat işte, tuhaf filan yani...

******

AYRILIRKEN EDITH PIAF'IN ŞARKISINI MIRILDANIYORDUM

Bir arkadaşım, “Yeminli düşmanların şimdi bunu da yanlış anlarlar” dedi.
-Vicdan fişini çoktan çekmiş onlar bitanem, ne bakıyosun?

“Hiç umurumda değil. Nasılsa bir gün anlarlar” dedim.
-Yok, anlamazlar onlar, anlayamazlar seni

Mezarın kapısından çıkarken kulaklarımda Edith Piaf'ın o harika şarkısı vardı.
‘Je ne regrette rien'
Hayır, hiçbir şeye pişman değilim...”
-Afferin sana, böyle devam et

Hayat bana çok bonkör davrandı.
-Hem de ne bonkör, istediğine hayat verdin, istediğinin canını aldın

Çok şükrettim.
-Daha fazla et

Geriye baktığımda görüyorum ki; bazı insanlara hoyrat davranmışım.
-Olur böyle şeyler ya, takma kafana

Pişman mıyım?
Geri çevrilmesi mümkün olmayan şeylere pişman olmak neye yarar ki...
-O yüzden en iyisi pişman olmamak, olsan nolucak yaaa

“Üzgün müsün” diye sorarsanız; evet, çok üzgünüm.
-Ölenle ölünmüyor be hacı, üzme kendini

Aklımda hep Behçet Necatigil'in şiiri çınlıyor:
“Bekler bazı şiirler, bazı yaşları...”
-Alıntı kotanı doldurmuştun ama neyse

Demek ki, “Beklermiş bazı üzüntüler, bazı yaşları...”
Ben artık, işte o yaştayım.
-Korkma canım, azrail bile sana yanaşmaktan imtina eder, daha çoook buralardasın


İlgili Yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=18063068&yazarid=10&tarih=2011-06-19