10 Şubat 2011 Perşembe

Deve üstündekiler bizden değil

Televizyonun karşısında oturuyorum ve kendimi bir Almanın yerine koymaya çalışıyorum.
-Bi tane de becks bira açıver ambians olsun

Kahire’nin Tahrir meydanında iki gurup savaşıyor.
-Bir grup saldırıyor, bir grup kendini koruyor canım, doğru anlat.

Bir taraf 1000 kişi, öteki taraf ise 1500.
-Yavrucum, Almanlar El Cezire izliyorlarsa rezil olursun bak, karıştırma rakamları.

Önce bir taraf ötekini meydandan püskürtüyor.
-Onlar günlerdir sokakta yatıp kalkan, ara ara sayıları milyonu geçenler

Sonra öteki taraf birincileri meydanın kenarına itiyor.
-Onlar da Mübarek’in paralı köpekleri

Bütün televizyonlar canlı yayınlıyor.
-Bütün televizyonlar El Cezire’nin canlı yayınından yararlanıyor desen daha doğru olmaz mı?

Sık sık alt yazı geçiyor: “Mısır’da iç savaş.”
-Hangi kanal o, ben niye görmedim? Benim gördüklerimde Demokratik haklar, protestolar, birbirlerini koruyan hristiyanlarla müslümanlar da vardı.

Bir tarafta Mısır’da demokrasi isteyenler.
-Yani senin bin beş yüz gördüğün milyonlar

Öteki tarafta 30 yıldır devlet başkanlığı koltuğunda oturan Hüsnü Mübarek’in taraftarları.
-Yani kafan bin beş yüz olduğu için onları da bin olarak gördüğün o paralı köpekler

Kendimi bir Alman yerine koyuyorum ve anlamaya çalışıyorum.
-Nasıl bir Alman? Sosyal demokrat, muhafazkar, sosyalist?

Biz “Batılı demokratik dünya”, “demokrasi isteyenlerin” yanında yer alıyoruz.
-Biz derken hacı?

Ama bir problem var.
-Bence de var, biz derken kimi kast ediyorsun?

Tahrir meydanındaki savaşta kim kazanıyor nasıl anlayacağız?
-Çok basit, Tahrir’i dolduran milyonlar.
İbadet ederken hristiyanları koruyan müslümanlarla,
müslümanları koruyan hristiyanlar kazanıyor.

İki tarafın da kılık kıyafeti aynı.
-Sıcak memleket abi, bi taraf kürkle mi dolaşsın yani?

Sayıları aşağı yukarı aynı.
-Senin gözlüklerin numara uçmuş, benden söylemesi...

Öyleyse “bizim tarafı” nasıl ayıracağız?
-Söyle bakalım, Nasıl?

Çok basit. Deve’den…
-Hay aklınla bin yaşa yaaa, tabi ki pankartlardan, sloganlardan olacak değil ya.

Çarpışan kalabalığa bakın:
-Evet, bakıyoruz

Deve üzerinde gelenler “Hüsnü Mübarek taraftarı”.
-Binlik taraf mı? E o kadar deve yok?

Yani onlar demokrasi istemiyor.
-Alla alla, Hürriyet’te böyle demiyordun ama?

Devesiz olanlar ise Hüsnü Mübarek’e karşı olanlar. Yani onlar “bizden”…
-Hâlâ çözemedim sizin kim olduğunuzu?

Şimdi Alman şapkamı çıkarıp, yine Türk şapkamı giyiyorum.
-Ne hızlı adamsın ya, bukalemun gibi maşallah

Türkiye 88 yıldır cumhuriyet rejimi ile yönetiliyor.
-Tek parti, darbeler neler sığdırmadı ki bu 88 yıla.

Askeri darbeler olsa da, 60 yıldır işleyen çok partili bir demokrasimiz var.
-Darbelerin demokrasiye katkılarını da yazar da siz bizim özel koşullarımızdan anlamazsınız diye girmiyor bu tür mevzulara.

Mısır halkına da, Almanya’daki, Türkiye’deki gibi işleyen bir demokrasi diliyorum.
-Yalnız Almanya’yla Türkiye arasında himalayalar var, hangisi?

Anlayacağınız; Türk olarak da Alman olarak da ben “devesizlerden” yanayım.
-Sen de Almanlara şapır şupur, Hürriyet’te Mübarek’e şükür.


İlgili yazı: http://www.bild.de/BILD/politik/2011/02/07/ertugrul-oezkoek/hg-tuerkisch/tuerkischer-journalist-schreibt-in-bild.html

5 Şubat 2011 Cumartesi

Camide başlayan cicim ayları

RADİKAL Gazetesi’ndeki arkadaşlar söyledi.
-Radikal’de okudum de ki gazetelerine baktığını bilsinler bari, ayıp!

Dün gazetenin internet sitesinde en çok okunan yazı, Amr Şalakani’nin, “Mısır’dan Özkök’e yanıt” başlıklı yazısı olmuş.
-Sana cevap mı vermiş?

Çok sevindim.
-E sevinirsin tabi, adam yerine koymuşlar işte

Çünkü Amr Şalakani, bir yandan bize oradaki hareketi anlatıyor, bir yandan da tartışmayı sürdürüyor.
-Seni tanımadığındandır o.

Önce seviyeli cevabı nedeniyle kendisine bütün kalbimle teşekkür ediyorum.
-Garibim ya, kimse doğru dürüst cevap yazmıyor sana artık di mi?

Demek ki onlar Türkiye modelini örnek alırken, bizim de onlardan alınabilecek bir tartışma modelimiz varmış.
-Ne güzel ana fikrimizi de çıkardık hemen

İkinci olarak kendisine şu samimi duygularımı iletmek isterim.
-Buyur

Kalbim, onlarla birliktedir.
-Kimlerle abi? Çok kararsız görünüyordun dün?

Şimdi gelelim, bu tartışmanın ikinci turuna...
-Eline fırsat geçti ya hemen turu bindir adama

* * *

Mısırlı arkadaşımız verdiği cevapta şöyle çok ilginç bir yorum yapıyor:
-Bu arkadaşımız neci, mektup arkadaşımız mı? Bi tanıtsan adamı?

“Cami, Türkiye’de başka, Mısır’da başkadır.
Türkiye’de çok politikleşmiş, sosyal hayattan kopmuş, koptukça da biraz ciddileşmiş bir cami kültürü var.
Burada öyle değil. İnsanlar camilerde takılır.
Namaz kılmadan da takılır bazen. Daha bir hayatın içindedir.”
-Ne var yani, biz de takılıyoruz. Daha geçen gün gezdim Süleymaniye’yi

Medine’de ve Kudüs’te camilerde yan gelip yatmış, gazete okuyan, sohbet eden, hatta sigara içen insanlar görmüş ve şaşırmıştım.
-Demek ki Üsküdar’da Mihrimah Sultan camisini görsen küçük dilini yutarsın.

Ama Şalakani’nin yazısındaki şu cümle beni yine de şaşırttı:
“Türkiye’deki camiler çok politikleşmiştir...”
-Niye şaşırtıyor abicim?

Demek ki, Türkiye’deki camiler “Dışarıdan” böyle algılanıyor.
-Kuzum namaz kılanın fişlendiği bir memleketimiz var, napalım?

Peki o zaman ben “Camiden kalkan demokrasi treninin son durağının neresi olacağını bilemiyorum” derken haksız mı oluyorum?
-Kimin treni, Mısır’ın mı?

O yazımla ilgili Türkiye’de çıkan eleştirilerin üslubu daha sertti.
-Milletin gözüne baka baka çarpıtma yapıp sinirlerini zıplatıyorsun, ne yapsınlar?

“Haber Türk” Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca, söylediklerimi,
“insanların ibadetlerine sahicilik testi uyguladığım” şeklinde yorumlayarak, böyle bir şeye nasıl “cüretettiğimi” sorguluyor.
-Cürretkarlığın konusunda şüphem yok da burada test var mı bilemedim.

Hangi konuda olursa olsun kimseye “sahicilik testi uygulamak” haddime düşmez.
-Senin haddinin hesabını biliyoruz canım, geç bunları.

Ama müsaade edin de aklımdaki soruyu sormaya cüret edebileyim.
-Hahaha, etmesek içinde tutacaksın yani?

Buna karşılık, Bengisu’nun yazısında da çok ilginç bir nokta var.
“Asıl olan, dinin adalet ve özgürlük arayışları açısından hakiki bir referans kaynağı olmasıdır.
Arızi olan ise, bu arayışlara geçici olarak cevap veren yöneticilerin aynı din üzerinden iktidarlarını meşrulaştırmaya girişmesi ve dini despotluğa alet etmesidir.”
-Eveeet, hadi bağla yazıyı nereye bağlayacaksan

Zaten son zamanlarda, Türkiye’de de “otoriterleşme” konusundaki endişeleri dile getirmiyor muyuz?
-Yukarıda allah var, ayladır yatıp kalkıp bunu yazıyorsun

* * *

Dün, Nuray Mert de Milliyet’teki yazısında İslam’la gelen demokratikleşmenin sapması konusuna değinmiş.
-O da sizin grupta gazete gazete geziyor, sonraki durak Vatan galiba?

“İslamcı siyasetlerin temel sorunu, demokratik bir çerçevede siyasal tartışma ve yarışa katılma anlayışını daimi olarak benimsemek yerine,
bunu iktidar devrinin bir aşaması olarak görmeleridir” diyor.
-Eeee? İktidar olmak istemesinler mi?

Yani Nuray Mert şunu söylüyor:
Siyasi İslam iktidara gelinceye kadar demokrasiyi savunur. Ama iktidarı ele geçirince unutur, despotlaşır.
-Ne güzel anlaşıyorsunuz siz ya, ben çakamadım mevzuyu

Herhalde kafasındaki örnek, Türkiye’de yaşadığımız “otoriterleşme” sorunu.
-Valla ben aranıza girmiyim, öyle diyorsan öyledir.

Ben de bu yüzden “camide başlayan” cicim aylarının ne kadar süreceğini merak ediyorum.
-Cicim ayları işte, ne kadar sürebilir ki?

Mısır uzmanı değilim. İslam uzmanı da değilim.
-Allahtan değilsin, 4 gündür aynı mevzudayız.

Ama siyasal İslam’ın “otoriterleşme” sorununun kendi ülkemde de endişe verici örnekleriyle yaşıyorum.
-Al işte içki yasağı, restoran baskınları, Silivri zulümhanesi...

Yani, bir “sahicilik testi” söz konusu ise, bunu işte tam bu noktada yapmalıyız.
-Sen yapmazsın test mest, öyle dedin ya az önce?

Demokrasi bizim için de, Mısır için de, “nihai bir hedef midir”, yoksa bazılarını, kendi “gideceği yere kadar götüren” bir tren mi?
-Valla o nihai hedefin sana göre neresi olduğuna bağlı.

Ben bu sorunu, Bengisu gibi “arızi” bir şey olarak görmüyorum.
-Aynı sorundan bahsettiğinize emin misin?

O nedenle Mısır, Türkiye’yi örnek alsın ama hazır tartışma başlamışken, biz de şu trenin ikinci, üçüncü ve son istasyonlarını, yani otoriterleşme konusunu açmaya “cüret edebilelim”.
-Canım, zaten aylardır paralıyorsun kendini. Bir şey çıkmıyor işte napalım?

Yani siyasi İslam’ınki “ihtiras tramvayı” mı, yoksa “demokrasi treni mi” konuşalım.
-Hürriyet Treni daha eğlenceli, onu konuşalım.

* * *

Netice olarak, Tahrir Meydanı’ndaki arkadaşımıza, seviyeli cevabı için tekrar teşekkür ediyorum.
-Bir de arkadaşın kim olduğunu öğrensek!

Kafa yapılarımız, geldiğimiz yerler itibariyle baktığımda görüyorum ki, ikimiz de aynı trendeyiz.
-Hacı, ölümlü dünya hepimiz aynı trendeyiz de vagonlar farklı

Umarım, bindiğimiz trenler bizi ve çocuklarımızı daha demokratik, daha özgür, daha çoğulcu, daha hoşgörülü istasyonlara götürüyordur.
-Amin!


İlk taşı atacak günahsız nerede

POSTA Gazetesi yazarı Candaş Tolga Işık’a karşı yürütülen kampanyayı içim burkularak izliyorum.
-Darısı başına bitanem

Oktay Bey’e yapılanı da öyle izlemiştim.
-Yılmaz Özdil’i de öyle izlersin işşallah

Türk basınında bir “recm aşireti” oluştu.
-Ooooh, hayırlı, uğurlu olsun

Pusuda bekliyorlar.
-Canlarım benim

Kızdıkları bir medya grubundan bir meslektaşları hata mı yaptı?
Hep birlikte üzerine çullanıyorlar.
-Afferin onlara

Ülkenin başbakanı, siyasetçisi hatta kendisi istediğine ağzına geleni söylüyor.
-Tabii sen hariç

Etmedik hakaret bırakmıyor.
-Yılmaz Özdil de hariç

Ama bir meslektaşları hata yapınca, hepsi anında cellat kesiliyor.
-Hata bile değil, hatacık diyelim istersen

Nedir bu hoşgörüsüzlük, bu gaddarlık.
-Senden öğrenmiş olmasınlar canım? Andıç, “Vay Şerefsiz” filan ha?

Genç, başarılı, mesleğinde yükselecek bir gazetecinin bir defalık “joker” hakkı yok mu?
-Olmaz mıııı? Okuyuca sorup, telefon hakkını bile kullanabilir

Bir gün sizin de dilinizin sürçebileceğinden, sürçmese de yanlış anlaşılabileceğinizden hiç mi endişe etmiyorsunuz?
-Sen kendine dikkat et de boş ver diğerlerini

Yaptığı ciddi bir hataydı. Özür diledi.
Hem de ağır ve samimi bir pişmanlık duygusuyla özür diledi.
-Hmmm evet, yanlış anlaşıldıysa özür diliyormuş.

Eminim bu hatayı hiçbir zaman unutmaz.
-“Recm aşireti” olmasaydı, sen joker hakkı verir unuttururdun.

Bundan sonrası artık mesleki bir recme girer ki, aramızdan ilk taşı atacak günahsızı bulmamız da zor olur.
-Onu bilmem ama aramızda kalsın en son taşı kimin atacağını iyi biliyorum.

İlgili yazı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16941473.asp?yazarid=10&gid=61

4 Şubat 2011 Cuma

Ya o deve neyi temsil ediyor

TAHRİR Meydanı’nda çekilen fotoğraflara bakıyorum.
-Amaaan, madonna fotoğraflarına baksana ne işin var Mısır'la?

Devenin üzerinde bir adam.
-Henry Ford’un kemikleri sızlıyordur, deve mi kaldı bu çağda?

Sanki, “Lawrence of Arabia” filminden fırlayıp gelmiş.
-Uzun süredir sinema bilgini dökmüyordun farkında mısın?
Gelmemiş de sanki o yıllarda kalmış.
-Hangi yılda geciyor film?
Yanında at üstünde birisi, meydanda cirit atıyor.
-Sorma Erzurum’daki olimpiyat açılışında da vardı o ciritçiler yaaa

Aklım karışıyor.
-Ay benim de karıştı, farklı ciritlerden bahsediyoruz galiba?

“Ya hangi yıldayız” diye bir ses geliyor içimden.
-2011 abicim, neyin var?

İster istemez, meydandakilerin kılık kıyafetine, façasına bakıyorum.
-Iyyy uzun sakallı, kirli, kıllı, göbekli, yalın ayak Araplar işte nolcak?
Bizdeki mitinglerin, ne bileyim, mesela Cumhuriyet mitinglerinin fotoğraflarını yanına koyuyorum.
-Ne cüret ya, nasıl cumhuriyet kadını ve gencini Allahın arabıyla yan yana koyarsın?

1 Mayıs gösterilerinde çekilenlere bakıyorum...
-Solcu aydınlarımızla da karşılaştırma lütfen
İkisinde de Müslüman nüfus çoğunlukta.
-Rica ediyorum bunların müslümanlığıyle bizimkini yan yana koyma.
Ama aralarında dağ kadar fark var.
-Himalayalar var!
* * *

Ne farkıdır bu diye soruyorum.
-Cok basit, onlar Arap! Kirli, köktendinci…
Tabii ki yoksulluk. Bir tarafta 2 dolarla geçinen insanlar.
-Ay eveeet bir de fakirler
Sadece yoksulluk farkı diyebilir misiniz?
-Zenginleri de var ama çok görgüsüzler, hıh!
Kültür farkı, zihniyet farkı, hayat tarzı farkı...
Var, hepsi var...
-Ya oralarda bir Nişantaşı, Bağdat caddesi, Etiler, Alsancak var mı?
Türkiye başka, çok başka bir yerde.
-Aynen öyle

İçimden yine o ses yükseliyor.
-Senin iç sesin de hiç durmuyor yani
“İyi ki” diyor. “İyi ki ülkem başka, bambaşka bir yerde...”
-Çok şükür atalarımıza, milli ve ebedi şeflerimize
Televizyonlarda her saniye altyazıları geçiyor.
“Mısır’da iç çatışma...”
-Aman, "yesinler birbirlerini"
Allah Allah; bir tarafta bin kişi, öteki tarafta bin beşyüz...
-Gündüz izledin di mi, Tahrir meydanı öyle söylemıyordu?
Neredeyse dün Ankara’da Meclis’e yürüyenlerden bile tenha...
-Anladııım, sen Mısır'ın devlet kanalını izliyorsun.
Önce, biri ötekini püskürtüyor, sonra öteki berikini...
-E sonuc?
İster istemez kafam karışıyor: “Halkın iradesini” hangi taraf temsil ediyor...
-Valla Mübarek için diktatör filan diyorlar ama sen daha iyi bilirsin
Binlik mi, yoksa bin beş yüzlük taraf mı?
-Yeme bizi olum ya , bari gözümüzle gördüğümüzü çarpıtma.

* * *
Yorumlara bakıyorum; neredeyse bütün dünya birleşmiş.
Hepimiz Mübarek’e karşıyız.
-Sen de mi karşısın? E hiç belli etmiyorsun?
Çünkü “zamanın ruhu” bize şunu emrediyor:
“Nerede, hangi ülkede bir diktatör varsa, tek adam despotluğu, diktatörlük hevesi varsa, nerede bir iktidar hür basını susturmaya,
muhalefeti yok etmeye çalışıyorsa, eline bir demet yasemen al; despotun karşısına dikil.”
-Ertuğrulcum ruhlar aleminden bildiriyor :)

* * *

Heyhat; şu sersem kafam var ya; yine de basmıyor; içimdeki o hınzır, her an şeytanın avukatlığına teşne.
-Hadi dökül dökül, çıkar ağzındaki baklayı
Mısır’ın nüfusuna bakıyorum, 80 milyon.
-Eeee?

Meydanda bin, bilemedin bin beşyüz kişi.
-Bin beşyüzde takıldın sen
E, ötekiler nerede?
“Vekaletname yoluyla” demokratik devrim mi yapılıyor?
-Valla1 haftadır sokaktalar, sağlam vekaletnameymiş.
İki taraf da birbirine benziyor, sayıları birbirine eşit.
-Takıldı mı böyle oluyor işte, kusuruna bakmayın.
Nasıl ayıracağız: “Develi adamlar” devesizleri kovarsa, diktatör kazanmış olacak.
-Develiler Mübarek’in adamları olduğuna göre?
Devesizler develileri kovarsa, “halkın iradesi”...
-Aynen öyle canım
Hepsi birbirine karışıyor.
-Kim birbirine karıştı, ne diyorsun ya?
Ben kararsızım, ama içimdeki hergelenin zerre kadar şüphesi yok.
-Nihayet sadede geliyorsun
“İyi ki” diye haykırıyor avaz avaz.
“İyi ki 80 yıllık bir Cumhuriyetimiz, 60 yıllık bir çok partili hayatımız var.”
“İyi ki; 200 yıl önce yüzümüzü Batı’ya çevirmişiz; iyi ki bir Avrupa Birliği idealimiz var.”
-Ay tamam erto ya, iki gündür üstünü başını yırtıyorsun. Yeter.

* * *

Ve en önemlisi; iyi ki 60 yıllık bir sandığımız var.
-Darbelenmekten bi hal oldu zavallıya ama olsun.
İyi ki 5 milyonluk Cumhuriyet mitingleri bile bizim için, sadece ve sadece“memnuniyetsizliğin” ifadesi anlamına geliyor.
-Hey gidi günler hey
Düşünebiliyor musunuz, ya bizim de bir diktatörümüz, ne bileyim bir despotumuz olsaydı.
-Yok mu?
Maazallah dün Meclis önündeki çatışmaları bütün dünya canlı yayında seyreder ve altyazılarda okurduk: “Türkiye’de iç çatışma...”
-El Cezire baksa türlü yazardı ama neyse.
* * *
Ama yazamazlar.
-Neyi yazamazlar? Niye dellendin yine?
Çünkü bizim 60 yıllık sandığımız var. Her defasında hesap orada görülüyor.
-Görülmediğinde göz bebeğimiz, ordumuz sağ olsun.

O nedenle, Cumhuriyetimizi kuran büyük Atatürk’ü ve 60 yıldır o sandığı şerefle taşıyarakbugüne getiren İnönü’yü,
Demirel’i, Ecevit’i, Özal’ı, Türkeş’i, Erbakan’ı ve tabii ki; bugünkü bütün liderlerimizi saygıyla selamlıyorum.
-Çiller’i, Yılmaz’ı, Baykal’ı unutmuşsun :(
İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16932080.asp?yazarid=10&gid=61

1 Şubat 2011 Salı

Ey Türk halkı, görüyor musun

EY Cumhuriyet’i yerden yere vuran, her kötülüğü, Cumhuriyet’in günah hanesine yazmaya teşebbüs eden kafa.
-Bu ben oluyorum galiba

İzliyor musun Mısır’da, Mağrip’te Maşrık’ta olup biteni.
-Hem de nasıl bir keyifle, bi bilsen

Ey, sen, durmadan mazini, 80 yıllık demokrasini, 60 yıllık çok partili hayatını, paspas yapan, yerden yere vuran, karalayan, azarlayan küfürbaz.
-Efendim canım?

Senin kum torbasına çevirdiğin o insanların attığı adımları atmayan Arap dünyasının sefaletini görüyor musun.
-Sorma yaaa, hala elleriyle yemek yiyolar

Ya sen ey insafsız; bu ülkenin demokratik miladını, üç-beş sene öncesinden başlatacak kadar kendinden geçmiş güya münevver.
-Söyle gül tanem

Durmadan Atatürk’e çakan; İsmet İnönü’ye vuran; “ecdat” denince, aklına sadece sultanlar gelen, demokrasi denince sadece kendini hatırlayan insafsız.
-Buyur nar tanem

Görüyor musun, Atatürk’ü; bir İsmet İnönü’sü olmayan “devletsiz” halkların perişan halini.
-İyi de canım Mısır bir ülke nişantaşı’nda mekan ismi değil ki

Anlıyor musun şimdi, bir Kurtuluş Savaşı yapmanın ne anlama geldiğini, bir “millet uyandırmanın” manasını.
-Alıyorum tabii, anlamaz mıyım?

Tek partinin gücü ve ihtişamı doruğundayken çok partili hayata geçme kararı alan tarihi şahsiyetin kıymetini.
-Ah Adnan Menderes de bilseydi keşke ah!

Çok partili hayata geçip de seçim kaybetmenin raconunu bilen; kabullenmişliğin zarafetini gösteren, demokrasinin kültürünü ispat eden “Milli Şef”in asaletini, hiç olmazsa şimdi anlıyor musun...
-Canım ben Allahın taşralısı sen Davos’larda fink atan dünyalı senin kadar nasıl bilicem

Bir eliyle “milli şeflik” şapkasını başından çıkarırken; öteki eliyle sandıktan çıkan rakibinin elini sıkmanın nasıl bir ahlak, ne yüce bir demokratlık olduğunu.
-Ay utanmaya başladım şimdi kendimden, ne büyük adammış yaaa :(

Onun beyaz bıyığına bakıp, “Hitler falı” açmanın ne ayıp, ne adaletsiz bir şey olduğunu.
Kendi gözünle görüyor musun şimdi...
-Ben fal açmasını bilmem ki :(

Bak Arap sokağında neler oluyor.
Bak nasıl kan gövdeyi götürüyor.
-Sorma yaaa, bir de toplu namaz filan, şeriat getiricekler bunlar Mısır’a

Sense, kan dökmeden, kırıp dökmeden, yağmalamadan değiştirme adabını öğrenmişsin.
-Bağışla nolur, yanlış anlatılar bana Dersim’i, 6-7 Eylül’ü, istiklal mahkemelerini filan…

* * *

Ve ey biz; Türk halkı...
-Hemen ötekileştirdin beni, çok üzülüyorum baaak :(

Solcusu, sağcısı; laiki dincisi, sosyal demokratı muhafazakârı, milliyetçisi. Bu bayrağın altında yaşayan, bu sınırlar içinde acıyı ve sevinci birlikte paylaşan bizler.
-Ben neciyim, ben de Nişantaşı çocuğuyum, ben de türküm, doğruyum, çalışkanım…

Görüyor muyuz şimdi, ecdadımızın kurduğu, bizden önceki ve şimdiki kuşakların zor da olsa yaşattığı demokrasinin nimetini?
-Bilmezler mi? İlkokuldan üniversiteye her sene inklap tarihi görüyorlar

Seçimle gelip de demokrasinin tabutuna çivi çakan.
-Açık oy kapalı sayım yapanları mı diyosun?

Seçimsiz gelip de koltuğuna kazık çakan.
-Bunlar kim?

Devletsiz, demokrasisiz halkların, kendini imparator ilan etmiş liderlerini gördükçe içinizden bir hayır duası etmek gelmiyor mu?
-Hâlâ devletsiz diyor yaaa, Mısır olum mısır, Egypt desem anlar mısın?

“Kime” diye sorma, çok iyi biliyorsun.
-Nerden bilicem yaaa sağın solun belli değil ki

Tabii ki, at gözlüklü aydının, o vicdansız mürebbiyenin hedef tahtasına çevirdiği iki insana;Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye...
-Hahaha sıkıysa gerekmiyor diyim di mi?

Biri Cumhuriyet’i kuran, öteki gerçek anlamda çok partili hayatın yolunu açan iki insana;onlara şükretmiyor musun?
-Sıkıysa etmeyeyim :)

İçinden, “Onların kurduğu, bizim idame ettirdiğimiz rejim işte budur” diye gururlanmak gelmiyor mu?
-Gelmiyor lan, böyle rejim mi olurmuş.

Sandıkla getirip, sandıkla götüren; asker darbeyle götürse bile, en geç bir seçim sonra iktidarı tekrar sahibine emanet eden;
darbeyle gelen diktatörü, 3 yıldan fazla koltuğunda oturtmayan bir rejim ve bir kültür.
-Hay ben böyle kültürün…

Gururlan, çünkü, halkın seçimle getirip, seçimle değiştirebildiği bu rejimi kurmanın şerefi sana ait.
-Bu “şeref” sana ait olsun canım, istemez aman…

Kadir bilen, vicdan sahibi yurttaş olarak ecdadının hakkını ver, demokrasinle övün.
Övün ki, şimdi tam yeridir.
-Olum kaç yıldır “türk övün, çalış güven”iyoruz zaten

* * *

Ey sen, seçimle gelip, seçimle gitme şansına sahip Türk siyasetçisi.
-Ooooh dök içini bugün, dök..

Sen de bil, seni iktidara getiren sandığın kıymetini.
Sen de iyi öğren despotluğun, despotluk taslamanın bedelini.
-Tamam o da bildi, kim var sırada?

“Akraba-i taallukat” kayırmacı-lığının, “nepotizmin” sonunu.
Polis devleti kurma teşebbüsünün sonunu...
-Eeee?

Gör ki, ders alasın; ders al ki sonun onun gibi olmasın.
Düştükten sonra da halk arasında göğsünü gere gere gezebilesin.
-Senin gibi di mi? :)

* * *

Arap sokağı kaynarken, “zamanın ruhu” diyor ki.
-Nereden konuşuyor bu ruh? Davos’tan mı?

Biz Türkler; Müslüman dünyada demokrasinin mümkün olduğunu ispat eden ilk milletiz.
-Tarihçi misin olum, nerden biliyorsun?

O demokrasiyi sultanlara rağmen kurduk.
Krallara, imparatorlara, diktatörlere, despotlara; diktatör müsveddelerine, müsveddediktatörlere yıktırmayız.
-Serin gel Ertoooo

Evet sokağa çıkmayız. Ama sandığa gideriz...
-Zaten bi onu biliyorsunuz.

Biliriz ki; arkamızda 88 yıllık bir Cumhuriyet, 60 yıllık bir çok partili demokrasi vardır.
Ve Arap sokağı, bize, bu şanlı mazimizi bir kere daha hatırlatmıştır.

-Ohhh, bitti şükür!

İlgili yazı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16902887.asp?yazarid=10&gid=61