14 Eylül 2010 Salı

Kaybedenlerin ‘kimsesi’ olmak

PAZAR akşamı sonuçlar geldiğinde oturup şahsi bir muhasebe yaptım.
-Şimdi başlasan 7 seneye biter bu muhasebe.

63 yaşındayım ve 1960’lı yılların sonundan itibaren, siyasi görüşlerim ve eylemlerim olmuş.
- Eh işte, 70'inde arınırsın. Hem maşallahın var hâlâ, hiç 63 göstermiyorsun.

İlk oyumu 1960’lı yılların sonunda Türkiye İşçi Partisi’ne vermişim.
-İlk ve son doğru tercihin de bu olmuş galiba.

Tabii ki seçimi kaybetmiş.
-Sende düz tabanlık var mı?

1970’li yıllarda yurtdışındaydım. Oy kullanamadım.
-Eh fena da olmamış hani.

1977 yılında CHP’ye oy verdim. İyi oy aldı ama iktidar olamadı.
Yani yine kaybetmiş sayılabilirim.
-Ne bahtsız adamsın ya

12 Eylül’den sonraki ilk seçimde Halkçı Parti’ye oy verdim.
-Kaybedeceğini bile bile hem de

Özal kazandı, ben kaybettim.
-Oh olmuş

Sonra Özal’cı oldum.
-Hay olmayaydın

Yerel seçimlerde ANAP’a oy verdim.
Geç kalmışım; O da kaybetti.
-Bu bahtsızlık değil bildiğin uğursuzluk abi.

1991 seçimlerinde ANAP’a oy verdim.
Demirel kazandı.
-Oy kullanmamayı düşündün mü hiç?

Ondan sonraki seçimlerin hepsinde oy verdiğim parti kaybetti.
-Ve sen daha şimdi bunun muhasebesini yapıyorsun.

Dün, “Hayır” oyu verdim.
-İyi ki hayır vermişsin. Evet vermiş olsan yanmıştık :)

Evet kazandı. Hem de açık ara kazandı.
-Noooldu Adil Gür denince aklına ilk gelen şey güvendi hani? :)

* * *

Patronum Aydın Doğan’dan çok önemli bir şey öğrendim.
-Dün mü öğrendin?

Düş kırıklığına uğradığım, kendimi kaybetmiş, hata yapmış hissettiğim anlarda, “bahane aramak” yerine, “Ben ne hata yaptım” diye bakmayı.
-Ne zaman öğrendin bunu? Dün mü geldi aklına?

Önceki akşam da kendi kendime şunu sordum: “Niye benim tuttuğum parti hep kaybediyor?”
-Düztabanlığından değil elbette.

Rahmetli babam ise, hep muhafazakâr partilere oy verirdi ve hep onun tuttuğu partiler iktidara gelirdi.
-Çünkü onun herkesi Sunset'te içirmek gibi bir derdi olmamıştır.

O ilkokul ikinci sınıftan ayrılmaydı, ben eğitimini doçentlik düzeyine kadar devam ettirmiş biri.
-İşte Türk eğitim sistemi adamı bu hale getiriyor. Nietzsche'nin kulakları çınlasın:
"İnsanlar aptal değil cahil olarak doğarlar. Onları aptallaştıran eğitimdir"

O zaman arıza bende mi?
-Aynen öyle

Ben bu toplumu hiç mi okuyamıyorum?
-Okuyamadığın gibi yazamıyorsun da abicim.

Bahane aramaksa, kendime bahane bulabilirim.
-Bunu senden iyi kimse yapamaz valla.

Gazete satılan yerlerde oyların çoğunluğu “Hayır” veya en azından fifty-fifty.
-Oralarda satılan gazetelerin tiraj rekoru Sözcü'de biliyorsun de mi?

Kıyılardaki “Hayır” oyları hinterlandını genişletiyor.
Bir zamanlar Menderes’in, Özal’ın kaleleri olan Manisa, Balıkesir, Uşak, Denizli, Aydın “Hayır” saflarına geçmiş.
-Ordudan, TRT'den emekli olan oralara taşınıyor, ondan olmasın?

İstanbul, Ankara desen neredeyse fifty-fifty.
-Sözcü gibi kıl payı diyorsun da nasıl bir kıl bu yahu? Arada 10 puanlık fark var.

Yani “Bizim mahalle sağlam” deyip, sokakta göğsümü gere gere dolaşmaya devam mı etmeliyim?
-Yapmadığın şey değil ama neyssse

* * *

Hayır, kesinlikle hayır...
Önümde kapı gibi bir yüzde 58 dururken, o tahlili yapmam, kendi kendimi aldatmak olur.
-Kendini değil ama muhasebe filan deyip bizi aldatmıyorsundur inşallah.

O tahlili isterse, kendini “muzaffer” hissedenler yapsın.
-Okuru Sözcü'ye kaptırıyorsun bak.

Yaparlarsa, anlamaya çalışırlarsa, kendilerine de Türkiye’ye de yararlı olur.
-Dağıttığın yeri ancak sen toplayabilirsin

Kendime gelince; içimdeki yalnız adam bana şunu söylüyor.
-Ne diyormuş bakim?

“Bahane uydurma. Bu yüzde 58 nedir, onu anlamaya çalış...”
-Afferin ona da 1 sayfa oldu hâlâ patronundan ne öğrendiğini anlamadık.
63 yaşındaki bu kafa anlar mı, o anlasa mahalle bırakır mı diyeceksiniz.
-O kafa istese neler anlar neler

Halimden şikâyetçi değilim.
-Bir de ol istersen

Herhangi bir cemaatle işim olmaz.
-Tabii kendi müritlerin dururken ne işin olacak

Allah bana; mahalleye de, iktidarlara da kafa tutma gücü vermiş.
-Allah o gücü almasını da bilir baaaak!

Ama dünkü sonuçtan sonra, bahane arayacak bir ruh halinde de değilim.
-Nihayet

* * *

Bugünkü yazıma, az farkla evet çıksaydı “Nifak Anayasası”, az farkla hayır çıksaydı sadece “Nifak” diyecektim.
-Hakkaten ben de onu soracaktım, hani başlığın hazırdı?

Arada o kadar fark var ki; “nifak” kelimesi ağzımdan çıksa kendi kulağım duymaz.
-Ha hayyyt

Erdoğan referandumdan kesin bir zaferle çıktı.
-Manipülasyon ruhuna işlemiş senin, onsuz yapamıyorsun.

Dünkü Hürriyet’in manşetini çok sevdim.
“İkinci Balkon Konuşması”
-Bolkondan düşesice Hürriyet diyenler vardı okudun mu :)

Birincisini çok beğenmiştim; çok umutlanmıştım. Lakin umutlarım boşlukta kalmıştı.
-Neden, Ergenekon davaları yüzünden mi?

Hep diyorum ya; ben iflah olmaz bir iyimserim. Bu defa yine umutlandım.
-Tüh yaaa, Mehmet Uzun'un bu sözünün sende ne işi var.

Başbakan Erdoğan bir konuşmasında “Biz kimsesizlerin kimsesiyiz” demişti.
O cümleyi çok sevmiştim.
-Ama yazamamışsın galiba.

İçimdeki ses şimdi de şunu söylüyor.
“Birileri de kaybedenlerin kimsesi olsun.”
-Sen ol be annem

Sahillerin, fifty-fifty’lerin, boykotların, hayırların, hayat tarzları konusunda endişe duyanların, yargı konusunda derin kaygıları olanların...
-Yok sen bu kadar toparlayıcı olamazsın

O kim olmalı?
-Kim olsun?

Elbette önce, “kimsesizlerin kimsesi” olanlar...
-Tayyip mi olsun yani?

Tabii; “Hayır” deyip de öyle düşünmeye devam edenler; onlar da seslerini özgürce duyurabilmeye devam etmeli.
-Haaa, hem küfürler savursunlar adama hem de başının üstünde taşısın onları?

Eğer yüzde 58, Türkiye’de değişimin, dönüşümün, demokratikleşmenin dönüm noktasıysa;
-Boykot'u da ekle buna canım.

Eğer bu duygular, meydanlarda verilen sözler samimiyse;
-Bakıcaz artık, samimiyse basarız nikahı :)

Müzmin bir kaybeden vatandaş olarak bunu gönülden, bütün kalbimle desteklemeye hazırım.
-Yalnız bu samimiyetin ölçütü yine Silivri olacaksa bu nikah kıyılamaz benden söylemesi.

Şu fani dünyada hiç olmazsa kazanacağım bir tek siyasi iddiam olsun.
Tek temennim bu...
-Bu da 12 Eylül 2010'un utangaç boynuna hediyesi olsun!

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15774424.asp?yazarid=10&gid=61